20 Mayıs 2021 00:45

Filistinlilerin yol haritası var mı?

İsrail saldırılarını protesto eden Filistinli gençler

Fotoğraf: AA

Paylaş

Filistinlilerin birinci intifadası yani ayaklanması 1987 yılında başladı. Cebaliye Mülteci Kampı’nda alevlenen isyan dalgasının direniş örgütlerinin bile öngöremediği boyutta kabarmasının görünüşteki sebebi bir trafik kazasıydı. İsrail ordusuna ait askeri bir araç Filistinli gençlere çarpmış ve ölmelerine sebep olmuştu.

1993 yılında Oslo Anlaşması’nın imzalanmasına kadar devam eden intifada bir halk hareketiydi. On yılların birikimi olan öfkenin, İsrail tarafının keyfi tutuklamalarına, hukuksuzluğa, sürekli genişleyen İsrail yerleşim birimlerine karşı her yıl daha fazla Filistinlinin kendi toprağında mülteci olmasına karşı isyanın patlamasaydı.

6 yıl süren ayaklanma süresince kitlesel grevler, İsrail kurumlarına yönelik taşlı ve molotoflu saldırılar, İsrail’i tanımamanın sembolü olarak vergi vermemek, İsrail damgalı resmi evrakları kullanmamak, duvarlara ikonik hale gelen grafitiler çizmek dahil çok sayıda eylem yapıldı.

Filistin meselesine uluslararası toplumun dikkatini çekmeyi sağlayan bu ayaklanma iki devletli çözümü esas alan Oslo sürecinin başlattı ve ayaklanma da Oslo Anlaşması’nın imzalanması ile bitti.

Bu dönem elbette 3 paragrafa sığmayacak, hem Filistin-İsrail sorunu hem de uluslararası toplumun duruşu açısından koca bir külliyat oluşturacak kadar önemli!

İkinci intifadanın fitilini ateşleyen sebep ise, birinci intifadanın meyvesi olan ve ilk başlarda büyük bir başarı olarak kabul edilip sevinçle karşılanan Oslo sürecinin yarattığı hayal kırıklığı oldu.

Oslo süreci çerçevesinde 1993’ten 2000 yılına kadar onlarca görüşme yapıldı, liderler toplandı, kritik çıkışlar, sert pazarlıklar yaşandı.

Birinci intifadanın Filistinlilerin lehine yarattığı rüzgar yıllar içinde zayıflasa da devam ediyordu. En azından İsrail tarafı önceki yıllara göre çok daha dikkatli hareket ediyordu ve mesela yerleşim birimleri inşasını oldukça sınırlandırmıştı.

Nihayet İsrail tarafı Gazze Şeridi’nden ve Batı Şeria’dan aşamalı olarak çekilmeyi ve Filistinlilerin kendi kendilerini yönetme hakkı olduğunu kabul etti.

Bu gelişme iki devletli çözümün işe yarayabileceği konusunda ümitleri körüklese de iki taraf arasındaki sınırların nerede başlayıp nerede biteceği hâlâ temel sorunlardan biriydi. Sonuçta, İsrail tarafı kuruluşundan yani 1948 yılından beri yerleşim birimlerinin inşasına devam ettiği gibi, demografinin değiştirilmesi için çok boyutlu bir plan yürütmekten asla vazgeçmemişti.

Bu dönemde Filistin direniş örgütleri arasında da fikir farklılıkları iyiden iyiye açığa çıkmaya başladı. Kimisi hâlâ İsrail’i tanımıyordu, kimisi İsrail’in sadece Filistin’i değil bölgeyi de altüst eden 1967’deki Arap-İsrail savaşından hemen önceki sınırlarına geri çekilmesi gerektiğini savunuyordu.

Oslo sürecine katıldığı için Yaser Arafat’ı suçlayanların sesleri süreç uzadıkça daha gür çıkmaya başladı.

Oslo’yu çıkmaz sokağa çeviren diğer sorunlar Kudüs’ün statüsü ve 1948’den beri yerlerinden göç eden veya göçe zorlanan Filistinlilerin geri dönüş hakkı idi.

İsrail, on yıllardır demografiyi değiştirmek, Filistin nüfusunu azaltmak, Filistinlilerin yaşadıkları bölgelerin etrafını kuşatmak için yürüttüğü politikanın ‘Boşa gitmesini’ istemiyordu. Mülteci Filistinlilerin Filistin dışında doğmuş çocukları ve torunları ile dönüşü demek, İsrail’in kuruluş yıllarındaki durumuna dönüşü demekti neredeyse!

Filistin tarafı bu kritik kriz maddelerinde gelişme sağlanamaması, İsrail tarafı ise ‘Filistinlilere taviz üstüne taviz verilmesi’ nedeniyle öfkeliydi.

O arada İsrail’deki siyasi hava daha sertleşmeye, diplomasi yanlısı isimlerin yerini sertlik yanlısı isimler almaya başladı.

Birinci intifadanın aksine direniş örgütlerinin en başından itibaren dahil olduğu ikinci intifada 2000 yılında patlak verdi. Bir taraftan genel grevler gibi halk hareketleri diğer taraftan çok şiddetli sokak çatışmaları yıllarca sürdü.

Resmi olarak intifadanın 2005 yılında yapılan Filistin seçimleri ile bittiği söylenir ancak 2004 yılında Yaser Arafat’ın ölümü ile dünya çapında tanınan, Filistin meselesini uluslararası platforma taşıyan liderlerini kaybeden Filistinlilerin çöküş yaşadığını ve intifadanın kendiliğinden eridiğini savunanlar da var.

Son 15 yıldır neredeyse 2 yılda bir Filistin-İsrail savaşının tırmandığını ancak her gerginliğin derme çatma bir ateşkes ile son bulduğunu söylemek yanlış olmaz.

Her çatışma sürecinde Türkiye dahil bölge basını “yeni intifadanın ayak sesleri mi?” gibi başlıklarla duyuruyor gelişmeleri.

Doğu Kudüs’teki Şeyh Cerrah Mahallesi’nde başlayıp Gazze’de devam eden son çatışmalarda da bu durum değişmedi.

Önceki iki intifadanın aksine son 10-15 yıl içinde yaşanan her çatışma/savaş sonrası İsrail tarafının biraz daha sertleştiği de açık.

Bölge ülkelerinin, sözlü veya eylemsel olarak Filistin meselesini önemseyen tarafların ‘nabzını yoklayan’ İsrail her ‘ateşkes’ sonrası daha sert hamlelerle geri dönüyor.

İntifada, halk ayaklanması, neredeyse kardeş kavgası içinde boğulan direniş örgütlerinin geçici de olsa baltalarını gömüp birlikte durması Filistinliler açısından ümit verici ancak çok ağır bedellerle yürütülen bu isyanlar sonuç getirmiyor artık.

Bu isyanlar ne bölge ülkelerini harekete geçiriyor ne de Filistin siyasi ve askeri direnişini bir araya getirip yeni bir yol haritası oluşturmalarını sağlıyor.

Kızanlar olacaktır ancak son çatışmalarda Filistin direnişinin İsrail tarafını füze yağmuruna tuttuğuna dair haberleri görmüşsünüzdür. Direnişin füze stoklaması ve hatta sınırlı imkanlarla kendi savunmalarını gerçekleştirmeleri elbette dikkat çekici bir gelişme ancak savaş maliyeti oldukça yüksek ve süreklilik gerektiren bir süreç.

Kuşatma altındaki Gazze’ye o füzelerin ham maddesini bile sokmak oldukça güçken, füzelerin hedefi olan İsrail’in silah fabrikalarının olduğunu da dikkate almak gerekiyor.

Bu tip yorumları (İsrail’in yaptığı gibi) “Direniş örgütleri marjinal sayılsın, zaten çabaları sonuçsuz” şeklinde yorumlayanlar da var ancak sahada direnişin siyasi ayağı, uzun vadeli bir planı olmadığında ağır bedellere ek olarak ağır yenilgiler kaçınılmaz hale gelebiliyor.

Hepimiz Filistin direnişini, İsrail-Filistin çatışmasını konuşuyoruz ancak Filistinlilerin yol haritasının ne olduğu hâlâ belirsiz.

İsrail’in kurulduğu yıllarda Filistin direnişinin “Arap kimlikli Filistin devletinde özgürce ve eşit haklarla yaşayan Yahudi azınlık” idealleri vardı. O idealler kan kaybede kaybede nihayet iki devletli çözümün bile öldüğü bir sınıra dayandı.

Filistinlilerin direnişi devam ettirmek kadar son olarak Trump’ın pimi çekilmiş bomba gibi ortaya bıraktığı Yüzyılın Planı gibi bütün yetkileri, inisiyatifi İsrail’e bırakan yol haritaları arasında savrulmamaları, bölge ülkelerini harekete geçirebilmeleri, uluslararası platformda seslerini yükseltmeleri, kendi kaderlerini kendileri şekillendirebilmeleri için siyasi yol haritasına da ihtiyacı olduğu açık.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...