25 Aralık 2020 23:35

Dimitrov olsa derdi ki...

Reklam filminin ekran görüntüsü

Ekran görüntüsü Cengiz Holding Youtube hesabından alınmıştır.

Paylaş

Dünya Bankasının açıkladığı, 2002 ile 2020 arasındaki 18 yılda kamudan en çok ihale alan şirketlerin listesinin ilk 10’unda Türkiye’den beş şirket yer alıyor. Bu 18 yıl tamı tamına AKP’nin iktidardaki süresine de tekabül ediyor. Ticaret Bakanının bir soru önergesine verdiği yanıta göre de, bu aynı beş şirketin vergi, resim ve harç istisna belgelerine son on yılda 128 kez indirim yapılmış. Devleti özel muhasebe bürosu gibi kullanan, neredeyse onunla iç içe geçmiş, beş şirkette yoğunlaşmış tekel gücüne verilen 1 trilyon 557 milyar liralık ihale bedeli Sözcü gazetesinin hesabına göre, mevcut standartlarda 7 milyon asgari ücretlinin 8 yıllık maaşına denk geliyor.

Bu beşten sonra gelen altıncılar, yedinciler, onuncular ve yirminciler vb. hesaba katıldığında devletin şirketler için gözünü kırpmadan gözden çıkardığı kaynak ile, şu sırada asgari ücret açıklansın diye bekleyen milyonlarca emekçiye layık görülen arasında uçurum var.

Devletin her türlü olanağının akıtıldığı zümrenin ve etrafındakilerin neden bu düzenin sürmesini hayati bir mesele olarak gördüğü bu uçurumun muhtemel sonuçlarıyla ilgili. En küçük muhalif bir sesin bile tedirgin ettiği böyle bir bölüşüm düzeninden fayda sağlayanlar sahip oldukları ayrıcalıkları riske sokan hiçbir şeyi etrafta istemiyorlar. Grevler olmasın, gösteriler yapılmasın, protestolar tarihe gömülsün. Fakat millet hakikaten aç. Bir yandan ekonomik kriz diğer yandan pandemi derken halkın hem en zayıf hem en öfkeli olduğu günlerin ne getireceği pek belli olmaz. İktisadi merkezileşmenin yanı sıra siyasi merkezileşmenin bitmek bilmez tahkimatı bu yüzden yapılıyor; bunun eşlikçisi olarak şiddetin yoğunlaşmasındaki saik de bu büyük mülkiyeti korumak.

Bulgar devrimci Dimitrov yaşasaydı bu merkezileşmeyle paralel şiddetin artışında “Mali sermayenin en gerici, en şoven diktatörlüğü demek olan faşizm”in işaretlerini görürdü mutlaka. Ne de olsa çok ağır bedeller ödenerek yaşanmış tarihsel tecrübeler var ve ortaya çıkan işaretler yerli milli bir, bize özgülük değil. Hayır henüz faşizm yok. Burada anca inşaat ve enerjiden semiren tekeller bir Thyssen, Krupp, Siemens, Bosch etmiyor ve o kadar ileri gidemediler; iç içe geçtikleri iktidar da Almanya’dakiyle aynı koşullara sahip değil. Fakat sonuçta herkesin tekeli de devleti de kendine, neyi ne kadar yapabiliyorlarsa o kadarını yapıyorlar. Herkesin faşizmi de inşa edebildiği kadar.

Devletin olağan dönemlerde sureti haktanlığının kanıtı olarak korumak istediği tarafsızlık görünümünün yük olduğu böyle zamanlarda sermaye ile siyaseti arasında dolambaçlı bir ilişki yok. Bunu gerektiren halk tepkisi ve duyarlılıkları bastırıldıkça iç içe geçme hızlanıyor. Bütün devlet kurumlarının ve sivil toplum örgütlerinin merkezileşmiş bir idare tarafından kontrol edilebildiği bir düzen bu ilişkiye en uygun devlet formülünü üretiyor. Tek adam rejimi bunu gerçekleştirmek için oluşturuldu, o hem bir sonuç hem bir neden. Şimdi de ağır adımlarla ilerliyor. Belediyelere kayyumun kurallaşmasından sonra baronun bölünmesi ve bugün derneklere kayyum atama, maddi gelirlerini kesme yasasının gündeme getirilmesi; halkın kendi kendine kurduğu kurumları da mas ederek irileşen grotesk bir devletin kuruluşuna işaret ediyor. Devlet aynı zamanda yayılıyor da; kapsadığı irili ufaklı unsurlar, tarikatlar, çeteler ve asalaklar sayesinde sırf ondan nemalandığı için çoğalan ‘gece bekçileri’ni çoğaltmış durumda.

Bütün sorumluluğu bu özel bölüşüm sistemindeki hiyerarşik dizgeyi korumak olan tek adam rejimini AİHM’den çıkan, Selahattin Demirtaş’ın ‘hemen’ serbest bırakılması kararı gibi sürprizler pek ‘Bağlamıyor.’ Ama böyle bir iktidarın uluslararası bağımlılıkları yüzünden bazı sınırları var ve bu sınırları önünde ahkam kesmelerin bedeli iç politikada ağır oldu. Fakat zorlayabildiği yere kadar zorladığı her sınır, bir sonraki için bir kazanç, bir mevzi. En azından öyle sanılıyor. Ama evdeki hesap bazen çarşıyı karıştırır; içeride ve dışarıda kendisine bağlamaya çalıştığı kesimlere bağımlı kalması iktidarın en büyük çelişkisi. Halkın tepkileri de çelişkiyi derinleştiriyor.

Dimitrov olsaydı bunu da hatırlatır ve derdi ki: Faşizm her şeye rağmen kader değil.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...