12 Ekim 2020 00:10

Boykottan podyuma: İnsan Hakları İçin Olimpik Proje

kara panterler olimpiyatta siyah eldivenler

Fotoğraf: Angelo Cozzi/ Wikimedia Commons (CC BY-SA 2.0)

Paylaş

1960’lı yıllarda “boykot” dünyanın herhangi bir köşesindeki herhangi bir mücadelenin önemli araçlarındandı ve buna spor da dahildi.

NBA’de oyuncular boykotu kullanarak takım sahiplerine ve lig yönetimine geri adım attırmıştı. 1966 Dünya Kupası, Afrika ülkeleri tarafından boykot edilmişti.

Bunların yankıları, ABD’de San Jose State Üniversitesi’nde 2.04’lük boyunun yanı sıra parlak zekasıyla dikkat çeken 25 yaşındaki eski sporcu ve akademisyen Harry Edwards tarafından spor tarihini değiştirecek bir oluşumun hayata geçmesini sağladı.

San Jose State o dönemde Tommie Smith, John Carlos, Lee Evans gibi önemli öğrenci atletleri barındırıyordu. Bu gençler, Edwards’ın öncüsü olduğu irili ufaklı eylemlere katılıyordu. 1968 Mexico City Olimpiyatları’na 1 yıl kala bu çabalar daha önemli bir girişimin parçası oldu. Ekim 1967’de İnsan Hakları için Olimpik Proje (OPHR) adıyla, ABD’li siyah sporcuların olimpiyatları boykot etmesini amaçlayan bir hareket başlatıldı. Dönemin unutulmaz liderlerinden Martin Luther King Jr. harekete destek veriyor, toplantılarında konuşuyordu.

Şubat 1968’de ABD’li Avery Brundage’ın başkanlığındaki Uluslararası Olimpiyat Komitesi, o dönem adı Rodezya olan apartheid Güney Afrika’sının olimpiyatlara katılabileceğini açıklayınca hareket daha gür bir şekilde sesini yükseltti.

Dört temel talep vardı: Irkçı Rodezya’nın ihracı, Avery Brundage’ın görevden alınması, Muhammed Ali’ye şampiyonluk kemerinin geri verilmesi ve daha çok siyah antrenörün istihdam edilmesi.

Ali’nin yanı sıra Bill Russell, Jim Brown, Jackie Robinson gibi devler hareketi destekliyordu ayrıca henüz NBA’e adım atmadığı halde ülkenin en meşhur basketbolcularından biri olan 21 yaşındaki Lew Alcindor (daha sonra Kareem Abdul-Jabbar olacaktı) da işin içindeydi. Buna rağmen genç sporcuları, olimpiyat gibi bir sahneyi boykota ikna etmek hiç kolay değildi. Üstelik karanlık devlet güçleri devredeydi: Bir yandan Jesse Owens gibi 30 yıldır yüzüne bakmadıkları siyah spor efsanelerini hareketi baltalamak için kullanıyor, diğer yandan medya aracılığıyla kitleleri ajite ediyordu. Genç sporcuların evlerine gönderilen kurşunlu tehdit mektupları da cabası…

4 Nisan 1968’de çok daha korkunç bir şey oldu. Martin Luther King Jr. siyah sağlık çalışanlarının grevine destek vermek üzere bulunduğu Memphis’te katledildi. 6 Haziran’da bu kez ezilen kesimlerin önemli bir desteğini almış bulunan Demokratların başkan aday adayı Bobby Kennedy suikasta kurban gitti.

ABD kentleri bu cinayetlerin öfkesiyle yanarken İnsan Hakları için Olimpik Proje’nin boykot hareketi ağır yara almıştı. Tommie Smith, John Carlos ve Lee Evans tek başınaydı. Lew Alcindor boykotçuydu ama o zaten öyle bir yıldızdı ki boykot onun hayatını etkileyemezdi. Bu üçlüyse tehditlerin yanı sıra kariyerlerinin sona ermesiyle yüz yüzeydi. Etkisiz bir boykot yerine Mexico City’ye gitmeye karar verdiler ama bir kişi daha eksilmişlerdi. Hareketin öncüsü Harry Edwards, ölüm tehditleri aldığını söyleyerek Meksika’ya gelmedi. Edwards’ın bu kararını hiç affetmediler.

Meksika’ya giderken bir eylem yapıp yapmayacakları konusunda net değillerdi ama elemeler sırasında tüm bu emeklerin boşa gitmemesi için mutlaka madalya kazanıp podyumdan bir mesaj vermeleri gerektiği fikrine vardılar.

Gerisini biliyorsunuz… 16 Ekim’de Smith ve Carlos, madalya podyumunda kaldırdıkları yumruklarıyla spor tarihinin en görkemli eylemine imza attı. Karşılığında ödedikleri bedel o kadar ağırdı ki tarihin onları haklı çıkarması ve son 20 yılda hak ettikleri saygıya kavuşmaları dahi hayatlarını mahveden o linçin etkilerini unutturamadı.

Peki bugün büyük hayranlıkla andığımız bu hareketin en büyük eksiği neydi?

Bu sorunun yanıtı, podyumdan verdikleri mesaj sonrası Brundage’ın emriyle olimpiyat köyünden kovulan, bazı sporcu arkadaşlarının yüzlerine bakmadığı, medyanın çok ağır suçlamalar yönelttiği ikiliye en cesur desteği veren kadın sprinter Wyomia Tyus’ta gizli. Tyus ve 4x100 yarışının diğer atletleri o ağır atmosferde kazandıkları madalyaları Smith ve Carlos’a adadıklarını ilan ettiler.

O kadınlar ki İnsan Hakları için Olimpik Proje’nin tamamen dışında bırakılmış, akıllara bile gelmemişlerdi. Yıllar sonra Tyus “Erkeklerin bizi bu kadar yok sayması şoke ediciydi. Onlara göre bizim aklımız yoktu ve bize ne söylenirse yapmamız bekleniyordu,” derken Lacey O’Neal da “Hep boy-kottan bahsediyorlardı biz de merak ediyorduk bu işin girl-kotu yok muydu,” diyecekti. John Carlos bu yüzden biyografisinde Tyus’ın madalyalarını kendilerine adadıklarını söylemesi sonrası çok utandıklarını yazmıştı. Geç olmuştu, güç olmuştu ama ders olmuştu en azından.

NOT: Hikâyenin kahramanlarının sürece dair bambaşka fikir, yorum ve değerlendirmeler içeren kitapları var. Üçünü birden önermiş olayım:
Carlos, J. & Zirin, D. (2011), The John Carlos Story, Haymarket Books: Chicago, Illinois.
Smith, T. & Steele, D. (2007), Silent Gesture, Temple University Press: Philadelphia, Pennsylvania.
Edwards, H. (2017), The Revolt of the Black Athlete: 50th Anniversary Edition, University of Illinois Press: Urbana, Illinois

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...