10 Ekim 2020 00:50

Acıyı bal eyleten

Fotoğraf: DHA

Paylaş

Diyanet, bütçenin en büyük dilimini aldığı halde bununla yetinemeyip örtülü ve ek ödenekleri de kullanan, yeni bütçe yılı gelmeden elde avuçta hiçbir şeyi kalmayan bir yapı. O kadar güzide bir kurum ki hazine önüne seriliyor. Cumhurbaşkanının Camiler ve Din Görevlileri Haftası vesilesiyle düzenlenen toplantıda yaptığı ‘Müminin görevi varlıkta şımarmamak yoklukta sabretmek’ telkininin şımarma kısmına Başkanın zırhlı Mercedesleriyle harfiyen riayet eden, yoklukla zaten işi olmayan bu ayrıcalıklı kurumun devletin ta kendisi olduğu bu telkini yapan kişi tarafından daha önce bizzat ilan edilmişti. Ama bu zenginlik bir iktidar amentüsü haline gelmiş devlet kurumlarının ‘İtibardan tasarruf etmemesi’ adına mecburen katlanılan bir zenginlik değil.

Mercedesler şurada dursun. Diyanetin bütçeden çektiği paranın; kuruma bağlı çalışanlarının mukavele gereklerini, sayısı artan camiler ile kuran kurslarının büyüyen ihtiyaçlarını karşılamakla sınırlı olmayan bir kullanım alanı var. Dini bir vaaz merkezi olmakla kalmayarak ‘müminler’ sayısından fazla bir nüfusla devlet arasındaki ilişkiyi din dolayımıyla yeniden düzenlemeye çalışan bir propaganda merkezi haline geldi Diyanet. Ayrıca devletin eteklerinden merkezine doğru azimle ilerleyen tarikatları dengeleyen, iç ve dış mihraklı ‘sapmaları’ devletin günlük ihtiyaçları doğrultusunda ama kamuoyunun nabzını da ölçerek törpüleyen kurumun bir esnek ortalamada durabilmesi de şüphesiz ağır akçalı bir iş. Herkesi merkezinde tek adamın olduğu bir ortalamaya bağlamak kolay değil! Diyanet büyük işler üstlenmiş durumda. Adı saklı bir bakanlık.

İstismar yasasını destekleyen tutumunu, LGBTİ çıkışını, İstanbul Sözleşmesi’ne karşıtlığını din adına, dini gerekçelere dayandıran Diyanet, kadın eşitsizliğini derinleştirmedeki rolü, cinsiyetler arasındaki ilişkileri düzenlemeye kalkması gibi nedenlerle çok eleştirildi. Erdoğan’ın, TTB’yle tartışması sırasında yanında durduğu Diyanet Beştepe’de din görevlileri önünde yapılan konuşmanın da gösterdiği gibi siyasi rolü genişlemiş bir kurum olarak büyütülüyor şimdi.

Ekonomik kriz ve pandemiyle baş edememenin, Doğu Akdeniz’deki sıkışmanın, sınır dışındaki sıfır sonuçlu karşılaşmaların seçmenin duygu durumunda yol açtığı aşınmaları sonsuz ve sınırsız imtihanlar olarak satmayı başarabilecek yegane merci tabii ki Diyanettir. Cehapenin tek adam dönemine havale edilmesinin kabak tadı verdiği musibetleri iktidarın sorumluluğundan alıp bu kez ilahi güce yükleyebilme kapasitesi oranında mihneti bal eyleyecek bir nüfus da ancak ‘made in’ Diyanet olabilir. Toplantıda lütfu ve mihneti bal eyleme görevi de verildi kuruma.

Geçenlerde İletişim Başkanlığı bünyesinde kurulan Stratejik İletişim ve Kriz Yönetimi Dairesinin ise böyle hazır yapım, atadan kalma reçeteleri yok. TÜİK verileriyle, istatistikler ve anketlerle oynamak gibi eskimiş yöntemleri de yenileriyle değiştirerek daha modern kriter yıkım yöntemleri icat etmesi gerekiyor. Vaka ile hasta arasındaki fark nedir, nasıl oluşur? Siyasi parti kongreleri yapılırken baroya nasıl yasak getirilir? Kobane eylemlerinin 6 yıl sonra soruşturulmasının Kerbela ile alakalandırılması nasıl yapılır? Bir hezimetten nasıl başarı hikayesi çıkarılır? Karadeniz’de doğal gaz bulmak, 40 yıldır kapalı şehir Maraş’ı açmak, Ayasofya’yı yeniden fethetmek ne kadar süreyle heyecan yaratır… gibi mevzu ve iç açıcı konular bu kurumun sorumluluğundadır ama böyle seküler bir irrasyonalizm Diyanetsiz tabii ki bir hiçtir. Bu propagandanın dağıttığını Diyanet toplayacaktır çünkü. Sebep olanın mihneti de lütfu da hoştur!

Bu propagandayı merkezileştirmek üzere daha büyük bir binaya taşınan İletişim Başkanlığının algı yönetme işi için ne kadar bütçe kullanacağı da elbette bir merak konusu. Disk-Ar’ın son araştırmasına göre 2012 yılı birinci çeyreği ile 2020 yılı ikinci çeyreği arasında sanayideki iş gücü verimliliği yüzde 51.1 oranında artarken, reel ücretleri sadece yüzde 14.8 artan, kayıtlı işsiz sayısı yüzde 13-14 bandına çıkan yurttaşlar iktidarın mihnetini ve lütfunu hoş görsünler ve insan zekasıyla alay eden açıklamalara kansınlar diye ceplerinden ne kadar para harcayacaklarını bilmek isterler kuşkusuz. Yani emekçiler verimlilikleri ile aldıkları ücret arasındaki büyük farktan doğan acıyla imtihan olurken bu acıyı bal eylemek kaça mal olur?

Her gün olan bitene katlanma gücü neyle ölçülür acaba?

 

* Bugün 10 Ekim. 5 yıl önce Ankara Garı’nda demokrasi ve barış için toplandıkları sırada katledilen 103 kardeşimizin acısını bal eyleyemedik. O dönem bu katliamı seçim sonuçlarını değiştirmek için bir lütuf olarak görenlerin maliyetini de mihnetini de unutmadık. Ankara Katliamının ölümsüzleri demokrasi ve barış mücadelesinde yaşamaya devam edecekler.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa