23 Eylül 2020 00:01

Sonbahar ve hüzün

Fotoğraf: Pixabay

Paylaş

Sonbaharı sevenlerden biriyim. Aslında her mevsimin kendine göre güzellikleri var. Ama sonbahar daha bir özeldir benim için. Ağaçların sararmış yapraklarının sokakları ve caddeleri kaplaması, kestane satıcılarının yavaş yavaş ortaya çıkması, sanat etkinliklerinin yoğunlaşması insanın yüreğini ferahlatır. 2020 yılının girmesiyle beraber dünya zorlu bir salgının etkisinde kaldı. Her ülke çok fazla kayıp verdi. Dolayısıyla bahardan, yazdan günümüze dek pek bir şey anlamadık. Yurttaşlar arasında Covid-19 korkusu ve kuşkusu hızla çoğalırken ekonomik zorluklarla kıvranan iktidarın Covidi önleme açısından çaresizlik içinde kaldığı ortada. İnsan değerleri hiçe sayılarak işyerlerinin sağlık koşulları yeterince düzenlenmemiş, çalışanların sağlık koşulları dikkate alınmamıştır. Demem o ki iktidara bakarsanız yurttaşlar kendilerini korumuyor. Ama yurttaşlar da diyor ki bize örnek olması gereken iktidar bu zor dönemde kendi yandaşlarının, sermayenin her türlü toplantılarına, düğünlerine, açılışlarına ve AVM’lere izin veriyor. Gelin de çıkın işin içinden.

Artık yazıya oturduğunuzda düşlediğiniz güzellikleri satırlara yansıtamıyorsunuz. Çünkü nereye baksanız bir kaos içinde yuvarlanıp gidiyor insanlar. Mesela bu yazımı yaşlılık konusuna ayırmak istiyordum. Ben de 65+’nın bir hayli üstünde olduğuma göre adam kendini yazıyor der kimse de alınmazdı. Yazamadım. Çünkü yazmanın çizmenin en zor olduğu, en güç yaşandığı bir dönemden geçiyoruz. Yine de aklıma düşenleri sizlerle paylaşayım.

Rusların bir deyişi vardır “İnsan huyuyla yaşlanır huyuyla çıldırır derler” Bu söze, giderek daha çok inanmaya başladım. Psikologların, psikiyatrların konularına girmek istemiyorum, bu konuda yetkim de yok. Ancak gözlemlediğim bazı yaşlılarda gençlere ve yeniliklere karşı tahammülsüzlüğün ve öfkenin belirgin bir şekilde açığa çıktığı yolundadır. Mesela bazı siyaset eskileri -onlara siyasetin kurtları da denilebilir.- çağdaşlığa karşı çıkarlar. Tutuculukla donanmış kafalarında yaşattıkları şiddet ve terör hiç bitmesin isterler. Kendilerinin benimsemedikleri düşüncelere karşı adeta bir zırhla kaplanmışlardır. Hiçbir söz geçiremezsiniz. Hiçbir düşünceyi tartışamazsınız. Onlar ne diyorsa odur. Örneğin bu tipler idamı savunurlar. Bu tipler hâlâ “Asacaksın üç beş kişiyi bak ülke nasıl düzelir” sözlerini beyinlerinin bir köşesinde muhafaza ederler. Tutucudurlar, hiçbir yeniliği kabul etmezler. Demokrasi dedikleri de onların kendi grupları için uydurdukları bir rejimdir. Mesela bunlar, yöneticileri seçimle iş başına gelmelerine rağmen Türk Tabipleri Birliği, barolar gibi meslek örgütlerinin kendilerine bağlı olmamasından fevkalade rahatsızlık duyarlar. Kapatalım gitsin derler. Nereden alırlar bu yetkiyi? Yanıtı çok açık, bağımsızlığını yok ettikleri yargıdan, eşit dağıtılmayan adaletten.

Salgın başladığından bu yana ülkemde en ciddi kayıp veren kuruluşlardan biri Türk Tabipleri Birliği. Hekimleri, sağlık çalışanlarını bünyelerinde toplayan bu kuruluş Ankara ve İstanbul’la birlikte Covid-19’la en büyük mücadeleyi veren kurumlar oldular. Türkiye’nin yerleri dolması zor değerli doktorları bu mücadele sırasında hastalarını kurtarmak isterken can verdiler. Şimdi kalkıp diyorsunuz ki bu kurum kapatılsın, halkı doğru bilgilendirdikleri için mi Türk Tabipleri Birliği? Çalışmalarda Sağlık Bakanlığınca dışarıya itildiği halde küsmeden, yılmadan Hipokrat yeminine saygılı olarak görevlerini yaptıkları için mi bu kurum kapatılmalı? Hastaların ve halkın desteğini arkalarına aldıkları için mi bu kurum kapatılmalı? Özveriyle çalışan sağlık personelinin ücretlerinin düzeltilmesi ve Covid-19’un meslek hastalığı olduğunun kabul edilmesini istedikleri için mi bu kurum kapatılmalı? Sayın Bahçeli’nin sırf canını sıktıkları için mi kapatın gitsin dediğine inanamıyorum.

İşte böyle, bir yazıya başlıyorsunuz istediğiniz gibi kalem oynatamadan bitiriyorsunuz. Çünkü yazı aslında okuyana umut vermelidir, güç vermelidir. Hele de böyle zor günlerde Ama ne yaparsınız ki soluk alıp verdiğiniz bu coğrafyada, ne iç politikada ne de dış politikada istikrar vardır. Emekçi ezilir, hastalıkla sarmaş dolaş yaşar, sermaye kesimi ise ölen ölür kalan sağlar bizimdir mantığıyla üretimini sürdürür. Dolayısıyla sonbaharın hüznü duyarlı insanlara, acıları ise emek insanlarına, işçilere kalır. Bu yazıyı bir Basın Emekçisi, Yazar ve Şair Mehmet Kemal Kurşunlu’nun (1921-1998) şiiriyle sonlayalım. “Hal”

Bir tencere kaynar ocakta,
Et mi kaynar, dert mi kaynar
Bilinmez.

Bir adam gezer sokaklarda
İşi var mı, gücü var mı
Sorulmaz.

Ekmek umar, aş umar evdeki
Bulunsa da, bulunmasa da
Darılmaz.

Çağırırlar, çağırırlar da dostlar
Karlı dağlar ara yerde
Varılmaz.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa