08 Ağustos 2020 00:40

Denetlenemeyen sistem

Fotoğraf: DHA

Paylaş

Türkiye’nin idari yapısı, son sistem değişikliğiyle merkezileşti. Türkiye’de uygulanan merkezi yönetim biçimi genel teoriye uygun olmayan, yeryüzünde bazı dönemlerde ve çok nadir görülen kendine özgü, demokratik olmayan bir yapılanmadır. Bu yapılanmada hem yönetim şeması hem de içerik uygulaması fevkalade antidemokratiktir ve çağdaş gözükmemektedir. Her şeyden önce cumhurbaşkanlığı ile parti başkanlığının bir kişide birleşmesi yanlıştır; ikincisi meclisin tek parti hakimiyetinde ve yukarıdan yönetim biçiminde çalışması başka bir yanlıştır; üçüncüsü ise yürütme organının ve kamu dairelerinin merkezi denetim altında ve özgür olmayarak çalıştırılması da çok ciddi bir siyasi yönetim hatasıdır. Bu konuların daha ayrıntılı ve detaylı tartışılmasının gerektiği kanaatiyle bugün bunlar üzerinde durmayıp, daha başka konuyu huzurunuza getireceğim.

Bugün kısaca tartışmak istediğim konu ekonomi yönetimidir. Bilindiği üzere ekonomi yönetimi muhalefet tarafından “damat” nitelemesiyle ilintilendirilip, bence oldukça yanlış eksende tartışılmaktadır. Evet, ekonomi ne halkın ne de siyasi kadronun istek ve politikalarına uygun şekilde gelişiyor. Kısacası, medya, adalet, üniversite, hatta din kurumları da dahil olarak, hemen tüm yönetsel ve sosyal kurumlar tek merkez yönetimi ile güdülenirken, bu “disipline”(!) uymayan yaramaz çocuk görüntüsünde halkı perişan eden, siyasileri de fevkalade üzen(!) tek kurum ekonomi olarak ortaya çıkmaktadır. Çok şükür ki, hiç değilse, merkezi iradeye itiraz eden ve bir türlü disipline uymayan bir kuruma sahip bulunuyoruz: ekonomi! Acaba bu duruma şükretmeli miyiz? Bakalım!

Evet, ekonomi siyasi iradenin istediği şekilde gelişmiyor, daha doğrusu güdülenemiyor. Öyle ki, tek iradenin tüm yüksek sesli ifadelerini adeta ertesi gün boşa çıkarırcasına söylemlerden farklı yönde hareket ediyor. Örneğin, McKinsey olayında görüldüğü üzere! Bir gün verilen beyanatta tünelin ucunda ışık görüldüğü söyleniyor, ertesi gün derhal her şey altüst oluyor vs. Çünkü ekonomi tüm toplumu kaplayan, milyonlarca insanın farklı duygu, talep ve istekleri doğrultusunda alınan kararların kolektif sonucu ya da tezahürüdür. Kısacası siyasi lider her şeyi denetlediğini düşünürken, bireylerin talep ya da davranışlarını istediği gibi denetleyemiyor olmalı. Acaba durum gerçekten böyle mi?

Aslında durum pek de görüldüğü gibi denetlenemez gibi değil. Siyasi kararlarla halk nezdinde oluşan olumsuz görüntü ve sonuçların denetlenemeyen sonuçlar olarak görmek olaya iyimser bakmakla ilgilidir. Oysa mesele hiç de göründüğü şeklinde yorumlanmamalıdır. Ekonomi karmaşasını yorumlarken “devlet” mekanizmasını, özellikle de siyasileri derinden düşünmek ve görüntüsel işlevleri karşısında kişisel veya “kişisel-yandaşsal” hedeflerini çok iyi yorumlamak durumundayız. Bir anda döviz yükseliyor, ertesi gün düşmeye başlıyor; bir gün “varlık barışı” ilanı yapılıyor, yurt dışındaki paraların çok düşük vergi ile yurda getirilmesi isteniyor; başka bir gün ülkenin acil ödeme zorluğu varken bakıyorsunuz önemli bir ihaleye imza atılıyor, vs. Bu karmaşayı saf duygularla iktidarın halkını düşünerek ve koruyarak aldığı kararlar sonucu olarak görmek, hiç değilse yanlış politikalar olarak görmek hiçbir şey görmemektir.

Her toplumda ve her zaman ve koşulda kapitalist devlet sermaye yanında, hatta onunla iş birliği içindedir. Bunun tersi de doğrudur, yani sermaye de devlet aygıtının yanında ve onunla ortaktır. Çünkü bu kanalla siyasi organ elemanları ve genelde siyaset finanse edilir ve seçimin kazanılması garantiye alınır. Siyasi erkin yaşam garantisi salt yargıyı, silahı denetim altına almakla olmaz, en önemlisi kendi sermaye tabanını da yaratmasıdır. Örneğin, diğer sermaye-siyaset kaynak aktarımları yanında çok masum kalan “kur riski” ile değil mi idi ki, tüm sanayi çevreleri, ülke menfaati aleyhine siyasi iktidarı ve politikalarını destekledi ve iktidarda tuttu.      

Kur yükselince dışarıdan döviz gelir. Bilebilir miyiz ki, bu dövizin kaynağı neresi? Kur düşünce de dövizin ülkeyi terk ettiğine üzülürüz. Saf iktisatçılar üzülüyor, ama bu yolla ülke servetinin birilerine ait olan bölümü bir süre için ülke dışında tatile çıkmış olabilir mi, diye hiç düşünmüyoruz. Kısacası kur manevraları ile ülkeye giren ve çıkan parasal ifadeli servetler acaba kimlere ait? Böylesi servetleri besleyen politikalara yön verenlerle servet sahipleri arasındaki ilişki acaba nedir? Akıl alır bir politika olabilir miydi, negatif faizle ev ve araba alımlarını teşvik etmek? Düşük faizle alınan paralar acaba hangi mercilere kanalize oldu da şimdi döviz-altın böylesi yükseldi. Bu yükselişi de “Denetlenemez artış” ifadesi ile yaftalayarak tüm sorumluları aslında ibra etmiş olmuyor muyuz?

Allah bizlere akıl-fikir versin de, aklımızı siyasileri eleştirmeye değil de, sistemi anlamaya yönelelim.  

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...