02 Mayıs 2020 23:53

Yeşili kirleten yaşamı yok eder...

Toprak yol kenarında üzeri toz olmuş buğday başakları

Fotoğraf: Göksal Çidem

PAZAR
Paylaş

Trakya’nın verimli ovalarında toprak bir yoldayız. Öğle vakitleri. Tepemizde kocaman bir güneş gülümsüyor. Masmavi gökyüzünde tek tük beyaz bulutlar dolanıyor. Aracımız sanki yeşil bir denizin içindeymişçesine hafif hafif sarsılarak yol alıyor. Yolun sağı solu göz alabildiğine buğday tarlası. Tarlaları birbirinden ayıran kelilerde sapsarı kantaronlar, pelinler içiçe. Kantaronlar insan boyunu geçmiş. Sarı beyaz renkli pelinlerin uçları domur domur. Tarlalarda uzun yemyeşil yapraklar arasında başaklar çıkmaya başlamış. İncecik narin bir gövdenin ucundaki tel tel püsküller her rüzgar değdiğinde ürperiyor. Tanelerin içleri henüz sütlücedir bu mevsimde.

Yeşil denizin ortasında tek tük ağaçlar görülüyor. Alıç mı, ahlat mı, güngörmüş bir İdris ağacı mı uzaktan belli olmuyor. Ayçiçekleri yeni ekiliyor. Bir iki ay sonra “Trakya’nın sarı kızları” olacaklar.

Sebze ekilecek tarlalar son kez sürülüyor. Gürültücü bir traktör, arkasına taktığı merdane ile tarlaya sürgü çekiyor. Belli belirsiz kırmızı bir toz çıkıyor ardından. Yarın öbür gün biber, domates, patlıcan fideleri toprakla buluşturulacak. Sürülmüş toprak tohumu beklemekte. Bamya, fasulye, kabak, karnabahar tohumları toprağın koynuna usulca girdikten kısa bir süre sonra tohum çatlayacak. Yeni bir yaşam topraktan başını uzatıp doya doya güneşi içecek. Yağmurdan, sudan, rüzgardan nasiplenecek...

*

TARLALARIN ARASINDAKİ BEYAZ BULUT

Aracı yol üzerindeki derin çukurlardan kaçırmaya çabalayan arkadaşım, hayran hayran etrafı seyretmeme gülümseyerek; “Şimdi göreceklerin pek hoşuna gitmeyecek ama...” dedi. Çok uzaklarda mavi bir pus arasında belli belirsiz görünen mor dağlara kadar bu ucu bucağı görünmeyen ovada hoşumuza gitmeyecek şey acaba ne ola ki diye meraklandım.

Bir süre daha gittikten sonra aracımız başka bir toprak yola doğru saptı. Önümüzdeki yeşil buğday tarlalarının ufukla birleştiği yerde beyaz bir bulut tütüyordu. Biz buluta yaklaştıkça bulut da bize yaklaşıyordu sanki.

Burada da yolun sağı solu insan beline kadar uzamış buğday başakları ile doluydu. Ama yeşili daha açıktı bu başakların, bazı yerlerde bembeyaz bir haldeydi. Garip bir şekilde, buğday tarlalarının belki iki-üç metre genişliğinde bir hatta, bu yeşil-beyaz renk yol boyunca uzayıp gidiyordu. Hattın gerisi ise normal yeşilliğindeydi. Kantaronların sarısı canlılığını kaybetmişti nedense. Pelinlerin domurları ise görünmüyordu bile. Gövdesiyle aynı rengi almışlardı.

Renklerdeki bu garipliği çözmeye çalışırken ileride gördüğümüz ve bize her geçen an daha da yaklaşan beyaz bulutun içinde bir cisim peydah oldu. Beyaz burunlu, sarı damperli bir kamyon bulutun arasından süratle bize doğru geliyordu. Bulut sandığım şeyin kamyonun çıkardığı toz olduğunu o zaman anladım. Buğday tarlalarındaki açık yeşil beyazlığı da çözdüm bu arada. Başakların üzerini kaplayan, onun rengini görünmez eden, kantaronların sarısını soldurup, pelinleri adeta görünmez yapan şey de aynıydı; bitkilerin üzerine yapışıp kalan toz!..

Aracı yolun iyice sağına yanaştırıp durduran arkadaşım hışımla üzerimize gelen kamyonu göstererek “Pencereni kapat istersen” dedi. Penceremi henüz kapatmıştım ki kamyon bizi ve etrafında ne varsa her şeyi bir toz bulutu arasında bırakarak geçti yanımızdan. Kamyonun tozu dağılmadan aracımız tekrar yola koyulduğunda yolun ilerisinden başka bir toz bulutunun daha bize doğru geldiğini gördük.

“Beş dakikada bir geçer bu kamyonlar. Yapımı süren Havsa-Babaeski hızlı tren yolunun nakliyesinde kullanılıyor bu toprak yol. Kolin şirketi yapıyor burayı da. Memleketin bütün inşaatı zaten bu üç-beş büyük şirket üzerinden yürütülüyor. Kabaağaç köyü sapağından itibaren üç kilometre boyunca böyle yolun etrafı. Bütün bitkiler, ağaçlar, yol üzerinde ne varsa bir parmak tozun içerisinde kalıyor” dedi arkadaşım. Biraz daha ilerledikten sonra gitgide yaklaşmakta olan kamyonun tozuna da belenmemek için bir iki manevra yaparak geriden geriye döndürdü otomobili.

‘KÖYLÜLER HER YERE ŞİKAYET ETMİŞ, AMA…’

“Köylüler şikayet etmiyorlar mı bu durumu?” sorumu yanıtlarken aracın radyosunun düğmesine dokundu. Bildik bir Trakya türküsü doldu içeriye. “Her yere şikayet ettiler. Demir yollarına, CİMER’e, Ulaştırma Bakanlığına, Valiliğe... Hiçbirinden yanıt dahi gelmedi. Arada, günde iki kere arazöz çıkardılar sadece. Arazöz yolu suladı, güya toz çıkmasın diye ama beş dakika içinde kuruyor ıslaklık. Yol aynı yol toz aynı toz...”

Nihayet tozlu tarlaların içinde kıvrılıp giden yoldan çıktık. Dar bir asfalt yolda ilerlemeye başladığımızda etrafımızda yeniden yemyeşil tarlalar akmaya başladı. Kimi tarlalarda çalışan köylüler vardı. Bir dinlenme tesisinde durduk. Buz gibi iki şişe hardaliye alıp serin bir çardak altında yudumlarken, tozlu yolları, tarlaları konuşuyorduk yine.

Ömrünün neredeyse son 30 yılını çevre mücadelesine adayan arkadaşım tozun o civardaki tarımsal üretimi, rekolteyi ve kaliteyi olumsuz etkilemesinin kesin olduğunu söyledi:

“Üstelik toz sadece o gördüğümüz yerleri değil rüzgarın yönüne göre nereye taşınırsa oraları da etkileyecek. Bitki güneşi göremezse nasıl fotosentez yapacak? Daha insan, hayvan ve çevre sağlığına etkilerini saymadım bile...”

Istranca Dağları’ndaki ormanları kemiren madenlerden de bahsetti arkadaşım. Zehir akan Ergene’den söz etti, sesi titreyerek. Ovalarda tarlaları toz içinde bırakan, nehirleri kirleten hoyratlığın tarımı da bitirme noktasına getirdiğini söyledi.

“İnsanlara Trakya’nın nasıl bir talanla karşı karşıya olduğunu anlat lütfen” derken şunları özellikle yazmamı istedi:

“Bu tozlar tarlaları kurutunca, kantaronlar sararıp, pelin otları kuruyunca artık o demir yollarındaki rayları, köprüleri, betonları yeriz!.. Yaşamın bir rengini yok ettiniz miydi diğer renkler de bu yok oluştan payını alır mutlaka. Sarıyı kirleten sağlığı, maviyi kirleten nefesi kirlettiğini anlasın artık. Yeşili kirleten yaşamı yok ettiğini bilsin!..”

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...