16 Nisan 2020 00:16

Bindiler bir alamete

(Solda) market, markete girmek için sırada bekleyenler (sağda)

Fotoğraf: DHA

Paylaş

Gün güzel geçsin ama akşam 7 buçuk olmasın istiyor insan. Herhangi bir televizyon kanalının sıradan akışı birden kesilip Sağlık Bakanı’nı karşımızda görünce nefesimizi tutuyor, gözlerimizi kısıyor, duyacağımız kötü habere hazırlanmak için kafamızı omuzlarımızın arasına çekiyoruz. Sonra bir sayı. Başlangıçta hane hesabı yapıyorduk. Tek hane ile başlayan sayı sonunda 3 haneli sayılara ulaştı. 5, 95, 107. Sonra? İyi de bu sayılardan biri belki çok yakınımız. Koskoca Haydar Baş Hoca bile yenildi virüse ve istatistikte bir sayı oluverdi 5 gün içerisinde.

Dışarıdan ülkemize bakanların kötümser tahmini İngiltere ve Türkiye’nin benzer seyir izlediği. Ama bu iş sayısal ve doğrusal ya da eğrisel bir istatistik problemi değil ki. İnsanın olduğu yerde doğru orantı, eğri orantı çalışmaz. Son 10 güne bakarak gelecek 10 günü tahmin edemezsiniz. Ederseniz de ancak, gelecek 10 günde olacak olanların da geçmiş 10 günde olanlar gibi olacağını varsaymışsınız demektir. Oysa bir karar alırsınız, halk aç kalma korkusuyla panik içerisinde sokağa fırlar. 2 gün yasak için sokağa fırlayan halkı kötülemek, eleştirmek yerine halkı sokağa fırlatan içgüdüyü ve bu telaş ve paniğin sorumlusunun kim olduğunu düşünmeniz gerekmez mi? Dünyanın yoksul bir köşesinde aç bırakılan insanlara ekmek dağıtılırken o insanlar sıraya gireceklerine neden ekmek kamyonlarına saldırıyorsa, kentlerde de onun için saldırıyorlar marketlere. Yokluk korkusu. 12 Eylül sabahı, 1 dünya savaşı ile 2 buçuk darbe yaşamış annem, sabahın 6’sında kaldırıp “ Kalk, darbe oldu. Hemen fırına koş ekmek al” diye almıştı önlemini darbeye karşı. Çünkü genlerimize, hücrelerimize işlemişti, “Birileri hepsini götürür, bize kalmaz, aç kalırız” korkusu. Bir Alman arkadaşım yıllar önce her evin çatısındaki su depolarını görünce çok şaşırmıştı. Benim, “Sular kesilince susuz kalmamak için depoluyorlar” cevabıma daha da çok şaşırmıştı. “Neden bir yerde depolanıp herkes kendisine izin verilen kadar kullanmıyor” sorusu karşısında, “Bize gidersek banyoya girer, dolu küveti görür. Rezil oluruz.” korkusuyla eve götürememiş, lokantada idare etmiştik. Nasıl diyebilirdim ki, burada kapanın elinde kalıyor. “Sona kalan dona kalır” atasözümüz bile var hangi atamızın söylediği belli olmayan ama tüm atalarımızın yaşayarak öğrendiği.

E peki ne olacak? Teker teker gidip, istatistikte bir sayı olmaya devam mı edeceğiz? Sağlık Bakanı’nın son söylediği gibi, geçen cuma kapışmak durumunda bırakıldığımız ekmeğin bedelini bir hafta sonraki sayılarda mı göreceğiz?  Gördüğümüz sayılar 4 hane olursa bugün istifa edenler o gün ne yapacak?

İşin bir iyi tarafı televizyonların akademik unvanlı ama çirkin, saldırgan ve her yana yandaş, her konuda feriştah yüksek egolu müdavim konuşmacılarının yerini hiç değilse bilim insanları aldı. Yapımcıların pembe, tombul ve mor renkli fıskiyeleriyle neredeyse evimizin gülü olarak gösterdikleri Kovid-19 ile nasıl mücadele edeceğimizi de henüz bilemiyoruz. Elle tutulsa saksıya koyacağız ama meretin boyu metrenin 8 milyonda biri.

Bu arada korona mı daha zararlı yoksa iktidarı kaybetmek mi ikilemi içerisinde uykuları kaçan muktedirler binmişler bir alamete götürüyorlar kıyamete. Onlar tam siper. Onlar adına ortalıkta dolanıp, önce istifa eden sonra pardon diyen, canla başla çabalayanlar var nasıl olsa. Ara sıra kafalarını çıkartıp bir iki laf ediyorlar sonra yine arazi.

Du’bakali n’olcek?

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa