04 Nisan 2020 00:28

Yarasaya değil yediğine bak

İstanbul'da koronavirüs (Kovid-19) salgını dolayısıyla alınan önlemler sonrası yüzünde maske ve kafasında bone ile dükkanın önünde duran fırıncı.

Fotoğraf: Şebnem Coşkun/AA

Paylaş

Salgın, öncesi sonrası olmayan bir deprem, Katrina kasırgası, tsunami gibi algılanarak yaşanıyor. Doğal afet yapacağını yaptıktan sonra geriye kalanın ne olacağı üzerine düşünürken de bu bir anlık altüst oluşun akla neleri dank ettireceği hesaplanarak gelecek projeleri yapılıyor. Fakat salgın ne doğal afet gibi öncesiz ne de hemen yarın çekip gidecek kadar sonrasız. Onun öncelikle geliyorum diyen bir musibet olduğunu ve el yapımı olduğunu görmekte yarar var.

Koronavirüsü bulaştırdığı için Çinlilere yarasa çorbası içmeyi yasaklamaya kalkan lümpen profil, her ülkenin kendi havuz ya da bağımlı medyası tarafından doldurulurken sorunun elalemin çorbasında değil kendi yerli-milli sofrasında olduğunu görmüyor. Genetiğiyle oynanmış sebze ve meyveleri, antibiyotikle yetiştirilen tavukları, büyümesi hızlandırılmış diğer kümes hayvanlarını, hormonlu zerzevatı bu sofraya getiren sürecin bir virüsle taçlanması için çok beklemek gerekmediği artık ortaya çıktı. Bunu bizzat şimdi kendi sorumluluklarını sırtlarından atmaya çalışan devletlerin sızan materyallerinden de anlıyoruz. Bu materyallerde kuş gribi, domuz gribi, SARS, MERS salgınları sırasında hücre mutasyonlarının muhtemel eğiliminin çoktan saptandığı, önlemlerin alınması gerektiği vurgulanmışken bu zamana kadar hiçbir şey yapılmadı. Şu kan revan günlerde ‘Bu salgın son’ diyen sağlık otoritelerinin sesi bağıra bağıra konuşan kafalardan çıkan gürültü içinde işitilmiyor bile. Sonrasında beterin beteri var halbuki.

DTÖ zirvelerinde çeşitli G toplantılarında çok uluslu şirketlere, yerli firmalara yediğimiz içtiğimizle oynamaları için icazet veren; tavuğa benzemeyen tavuk, pirince benzemeyen pirinç üretebilsinler diye destekleyen ülkeler, kendi yarattıkları lümpenin bütün öfkesini bir Çinliye boşaltmasından rahatlayacaklar sanki. Kapitalist tekellerin duayeni Trump’a bakmak yeterli!

Düşman ne yarasa ne de yarasa çorbası içen bir Çinli. Doğanın işleyişine insafsızca muamele ederek, yarasa çorbasını insan bünyesi için en zararlı şey zannedenlerin sofrasına tehlikeli gıdalar taşıyıncaya kadar uluslararası tedarik zincirleri kuran kapitalizmin “üst aklı.” Büyük resmi göreceksek buradan görelim. Uzağa değil önümüzdeki sofraya bakalım.

Ama zaten atılan onca takla önümüze bakmamayı sağlamak için.

Bizde her beklenmedik durum afet/beka-sorunu seviyesine anında sıçrayabildiği için ahval bildiğiniz gibi. Ekonomik krizi Rahip Bronson’a, depremi toplumsal günahlara, dış politikadaki çöküntüyü ona buna kilitlemek gibi yerleşmiş alışkanlığın devamlılığı, bu baş edilemez musibet yabancı bir ilişkiden kaynaklandığı iddia edilmediği taktirde bozulacağı için koronavirüs, Misakımilliyi vizesiz delen yabancı bir ajan durumunda.

Büyük havuz medyası goygoyuyla imal edilen söylem, topluma asıl yabancı olanın, iki ileri bir geri mehter marşıyla seferberlik ruhu aşılamaktan başka maharet gösteremeyen iktidar olduğunu kimse göremesin diye kurgulanıyor.

Ekonomik kriz, Suriye, Kürt sorunu ve mülteciler konusuna nasıl müdahale ettiyse koronavirüse de aynı muameleyi yapan; cılkı çıkmış ‘Ölüm karşısında sıtmaya razı etme’ siyasetinin bir nebze feraset eklenmemiş geleneksel tarzı aynen sürüyor. Kendisini yeniden üretmek için her daim bir düşmana ihtiyaç duyan siyasi iktidar, koronavirüs gibi riskli kısmetten bir Kanal İstanbul, yandaş sermayeye son kalan kaynakları dağıtma, bir de her zaman olduğu gibi milli birlik-seferberlik faydası çıkarmış bulunuyor. 10 Ekim vahşetinden ve darbeden bile çıkarabilen lütuf, milleti can derdine salan virüsten nasıl çıkarılmasın?

Ama bu sefer olmuyor. Virüs emekçiler arasında şu muhafazakar-dindar bu laikçi, bu makbul, bu değil, bu millet, bu zillet diye ayırmadığı için olmuyor. Bıraktığı boşluk, belediyeler ve siyasi partiler tarafından doldurulunca bunu engellemeye kalktığı zaman daha da büyüdüğü için olmuyor. Vatandaş IBAN numarasıyla haraca kesildiği için olmuyor.

Fakat olmayanların, elinde iktidar tekelini bulunduranlara dank ettireceğini beklemek, ‘Özelleştirmeler peki iyi olmuyormuş biz kamuculuğa dönelim’ diyeceklerini ummak, buradan durup dururken bir sosyalizm hevesi çıkacağını zannetmek de doğrusu bönce iyimserlikten başka bir şey değil. Salgının ekonomi politiğini yarasa çorbasına gömmekle bir musibetten ulvi sonuçlar beklemek arasında pek fark olmasa gerek. Hiçbir şey yapmadan çok şey beklemek ‘salgın küresel, mücadele milli’ diyerek sürece kaşe basanlar bakımından vaziyetin bildiğimiz gibi devam etmesi demek.

Küresel olana hem küresel hem yerli yanıtın nasıl verilmesi gerektiğini insana en büyük kötülüğü yapanın dışarıda değil yakınında olduğunu bir özlü söz, bir özlü davranış kalıbı olarak nakşetmiş olan Zimmerwald ruhu yine öğretiyor: muhalefeti başka bir devlet oluşturmak istemekle suçlamaya amade aklın korkusu baki kalsa da, ezilenler için bu dünyada kendiliğinden hiçbir şey değişmez. Hele iktidarın kafasına hiçbir şey dank etmez. Biz önce kuşa bakmayı, yarasayla oyalanmayı bırakalım da… sadede gelelim.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...