06 Şubat 2020 00:40

Savaşlara değer İdlip!

Fotoğraf: Qasioun News Agency/Wikimedia Commons(CC BY 3.0)

Paylaş

Suriye’yi yakından izleyen ve sahadaki durumun temennilere değil gerçeklere göre değerlendirilmesi gerektiğini düşünen herkes birkaç yıldır benzer uyarılarda bulunuyordu:

  • İdlip 2015’ten beri Türkiye’nin yanı başındaki cihadistan
  • İdlip, Şam’ın değil Türkiye’nin sorunu
  • İdlip sorunu Suriye krizi boyunca karşılaşmadığımız bir mülteci profili ile büyüyor
  • İdlip, Türkiye’ye Suriye’de alan açsa da Türkiye’yi çok tehlikeli ve sonu kestirilemez bir girdaba çekiyor.
  • İdlip dosyası eninde sonunda patlayacak vs vs…

İdlip, 2015 yılında o dönemde daha adını değiştirmemiş olan (Suriye El Kaidesi olan) Nusra Cephesi ile El Kaide’ye resmi biatı olmasa da aynı cihatçı ajandaya sahip ortağı Ahrar-u Şam tarafından ele geçirildi.

Kent o tarihten itibaren Suriye içinde bulundukları yeri kaybeden, Suriye ordusu ile anlaşmak zorunda kalan veya BM’nin yanı sıra bazı ülkelerin dahil olduğu uzlaşma süreçlerine dahil olan cihatçı-silahlı grupların tahliye edildiği bölge oldu.

Bu dönemde, Suriye ordusu Şam ve Halep başta olmak üzere siyasi, ticari ve stratejik açıdan önemli bölgelerin kontrolünü sağlamak üzere bir yol haritası belirlemişti. İdlip, öncelikli değildi.

Suriye içindeki vekalet savaşının taraflarından biri olan Türkiye, birçok ülke Suriye politikasını yeni gelişmelere göre güncellemesine rağmen politikasında ısrarlıydı. Esad yönetimini devirmek mümkün olmadı ancak Türkiye’nin elinde açıktan desteklediği, lojistik ve silah sağladığı ÖSO (yeni adıyla Milli Ordu) vardı. “Sahada olan masada da olur” sloganıyla Suriye sahasında askeri varlık oluşturulması için her yol denendi, her fırsat değerlendirildi.

Şam açısından İdlip, Türkiye sınırındaydı ve silahlı gruplara açık destek veren Türkiye’nin tavrı değişmeden kent ele geçirilse bile sürekli elde tutulması pek mümkün değildi.

Rusya açısından İdlip, NATO ülkesi olan Türkiye’nin bir talebine karşılık NATO içinde çatlak yaratmanın, ABD-Türkiye ilişkilerin kendi lehine çevirmenin, Türkiye’yi bölgesel ajandası için oyun içinde tutmanın en uygun aracıydı.

Velhasıl İdlip ile ilgili uluslararası girişimler ya sonuçsuz kaldı ya da çöktü. Sonuçta İdlip’in bir cihadistan olduğu herkesin malumu. Kamuoylarının önünde “muhalifler ve siviller” söyleminden vazgeçilmese de hiçbir ülke, bir kente toplanmış olan cihatçıların dağılmasını, önce Türkiye sınırına oradan da Avrupa’ya yönelmesini istemedi/istemez.

Suriye ayaklanması üzerinden önce Suriye’ye, oradan da bölgeye dahil olmak üzere harekete geçen Rusya bu durumu değerlendirmek üzere devreye girdi. O günlerde Türkiye’nin Rus uçağını düşürmesi nedeniyle üst düzey bir krizin artçıları sürüyordu. Rusya, Türkiye’den üst düzey bazı isimlerin de karıştığını iddia ettiği “IŞİD ile petrol ticareti” dosyalarını yayınlayacağını duyurdu. Böyle toz duman bir havada Astana fikri tarafları hem rahatlatan hem de kendi hedefleri doğrultusunda yeni hareket kulvarları açmalarını sağlayan bir gelişme oldu ve böylece süreç başladı.

Astana ve Soçi Zirvelerinde Putin ve Ruhani, Türkiye’ye birkaç kez Adana Mutabakatını işaret ederek Şam’ı adres gösterdi.

Bugünlerde İdlip, Astana, Adana Mutabakatı gibi kritik konular hararetli tartışmaların odağında. Bilinçli veya bilinçsiz ancak ciddi boyutlarda dezenformasyon da var.

Türkiye’deki mevcut veya olması istenen algıya göre Astana’da “Türkiye’nin İdlip’te hak sahibi olduğu kabul edilmiş de, Rusya son anda çark edip İdlip’i Suriye ordusuna vermeye karar vermiş…”

Halbuki, Astana ve Soçi zirvelerinin yanı sıra Türkiye, Rusya ve İran arasında yapılan ikili zirvelerde de ısrarla vurgulanan çok önemli bir esas var; her üç ülke de Suriye’nin toprak bütünlüğünü ve egemenlik haklarını tanır.

İdlip, Suriye’nin bir kenti ve Suriye toprağı.

İdlip’e garantör olarak dahil olmasını sağlayan anlaşmada Türkiye, kentteki radikal grupların ayrıştırılması/tasfiyesi, silahsızlandırılması, çatışmasızlık bölgelerinin oluşturulması gibi yükümlülükleri üstlendi. Türkiye’nin bu yükümlülükleri yerine getiremeyeceği gün gibi aşikardı. Zaten İdlip gündemli Astana ve Soçi süreçlerinin temel önceliği İdlip değildi; 3 ülkenin dönemsel siyasi şartları gözeterek bölgedeki çıkarlarını korumak üzere birçok dosyaya dair yürüttükleri pazarlıklardı.

Türkiye o ağır ve imkansız yükümlülüklere karşılık İdlip’te ‘asla gerçekleşmeyecek ateşkesleri’ izlemek üzere gözlem noktaları oluşturdu. Sonuçta İdlip’i El Kaide bağlantılı Heyet Tahrir Şam’ın yönettiği ve ateşkeslerin radikal/terörist örgütleri kapsamadığı 3 ülke tarafından da kabul edilmişti.

Suriye sahasında yıllar hatta aylar içinde sahadaki şartlar ve siyasi durum da çok değişti.

Şam, Rusya ve İran İdlip operasyonundan vazgeçtiklerini asla söylemediler, vazgeçmediler de. Şam, kendi toprağını geri istediği için, Rusya ve İran İdlip’teki cihatçıları kendilerine tehdit gördükleri için, Suriye’nin artık normalleşmesi için İdlip’in geri alınması gerekiyordu.

Velhasıl, geçtiğimiz hafta Suriye ordusu Rusya destekli operasyonlarına bir kez daha hız verdi. Bu defa bir kısmı yıllardır silahlı grupların kontrolünde olan iki ana karayolunun kontrolünü ele geçirecek kadar ilerledi. Suriye ordusunun ilerlemesi ile Türkiye’nin toplamda 5 gözlem noktası fiilen bu bölge içinde kalırken silahlı gruplar İdlip kent merkezi ile Türkiye sınırı arasındaki bölgeye sıkıştı iyice.

Rusya’nın operasyondan vazgeçmeyeceği artık iyice aşikar hale gelince gündeme Türkiye’nin Adana Mutabakatı için Suriye’de bulunduğuna dair söylemler düşmeye başladı. Mutabakat, Ankara ile Şam arasında ve terörle mücadele amacıyla yapılan bir güvenlik iş birliğini öngörüyor. Ancak Ankara, Şam’ı hâlâ tanımıyor. Üstelik İdlip’e yönelik operasyonu yürüten silahlı güç Suriye’nin resmi ordusu olan Suriye ordusu. Bu durumda “Ankara, tanımadığı Şam ile yapmış olduğu mutabakatı terörist kabul ettiği Suriye ordusuna karşı mı uyguluyor?” gibi bir soru çıkıyor ortaya.

Son olarak Cumhurbaşkanı Erdoğan, Suriye ordusunun Şubat ayı içinde TSK gözlem noktalarının bulunduğu bölgelerden çekilmemesi halinde gerekli adımların atılacağını söyledi. Eğer Şam bunu kabul ederse Hama ve Halep kırsalına kadar çekilmesi gerekecek ki, bu da İdlip’i cihatçı yapılara terk etmesi anlamına geliyor. Kabul etmezse TSK ve Suriye ordusu arasında çatışma riski kaçınılmaz hale gelebilir. Gerçi uzun süredir TSK’nın desteklediği silahlı gruplarla Suriye ordusu arasında doğrudan saldırılar vs yaşanıyor. Türkiye-Suriye ordularının açıkça karşı karşıya gelebileceğinin duyurulması savaş ilanı sayılabilir.

Diğer taraftan İdlip’teki gözlem noktaları ve orada bulunan askerler her türlü provokasyona açık bir pozisyondalar. Suriye ordusunun karadan, Rusya’dan havadan kasti veya yanlışlıkla saldırılarına hedef olabilecekleri gibi kentte çok sıkışan silahlı grupların Türkiye’yi çatışmaya çekme aracı haline de gelebilirler.

Hava gergin, tansiyon yüksek, her an her şey olabilir, İdlip Türkiye’nin küçük kıyameti haline gelebilir… Kim için, ne için, hangi amaçla bu ısrar? İdlip, Türkiye’nin aldığı/alacağı riskleri karşılayacak kadar büyük ve önemli hangi kazanımları saklıyor olabilir?

Dış politikada tamamen yalnızlaşan Türkiye’nin Suriye sahasında ABD’nin sözlü destek açıklamalarına güvenip Rusya’ya meydan okuması ne kadar gerçekçi? Zaten son açıklamalarda, Barış Pınarı operasyonunun devam edebileceği belirtiliyor ki, ABD Türkiye’ye destek vermeye niyetlense bile bu, temkinli/tedirgin geri adımlar atmasına sebep olabilecek bir girişim olabilir.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...