30 Kasım 2019 00:07

Siyasal yapı ve eril şiddet

Siyasal yapı ve eril şiddet

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Geçen hafta tertiplenen kadınlar yürüyüşüne polisin ölçüsüz şiddet kullanması ülke adına silinemez bir lekedir. Kadınların gösteri yürüyüş hakkının anayasal bir hak olduğunu iktidar biliyor olmalıdır. Ancak yürüyüş, siyasal eril şiddete, onun cisimleştirdiği ve araçsallaştırdığı adalet organına yönelik algılandığından şiddetle karşılaştı. Emniyet güçlerinin içindeki kadın polislerin davranışlarında da anlaşılmaz bir şey yoktur; algılamadan sistemle bütünleşme! Öyle anlaşılıyor ki, Gezi sendromunu atamamış olan, belki de yaşam boyu atamayacak olan siyasal erk en ufak ve masumane kıpırdanışı dahi otoritesine karşı tavır olarak algılayıp, baskılamaktadır. Mazlum edebiyatı ile kütleleri ayağa kaldırmaya yeltenen siyasal yapı, en üste kendisini koyarak erki tekeline alırken, bu patolojinin alt katmanlara yansıması da kaçınılmaz olmuştur. Toplumun kabalaşması hızlı kentleşme-kasabalılaşma yanında, siyasal erkin hakimiyetini pekiştirmeye çalıştığı çarpık zihniyetin de sosyal yansımasıdır. Bu patoloji sadece erkeklerde görülmeyip, farklı dokularda da farklı şiddette ortaya çıkabilmektedir.

Toplumsal eylemlere karşı farklı davranış, toplumu baskı altına alan siyasi ideolojide hakim olan tek parti hakimiyetinin sürdürülmesi mantığının uzantısıdır. Barış imzacılarını yargıya yönlendiren iktidar işin içeriğine bakmadığı gibi, akademiye ne denli zarar verdiğine de zerre kadar eğilmedi, çünkü samimi bir “fikir ifade iradesi” bir tür kalkış olarak algılandı. Süreçten ürküldü ve baskılamaya çalışıldı. Anlaşılıyor ki, bir üslup olarak ayrıştırma ve baskılama hem algılamada hem de saldırıda aynı şekilde ortaya çıkmaktadır. Toplumsal olayların algılanmasında geçerli olan “ben ve karşıt”, savunma ya da saldırıda da kullanılarak “bizimki ve karşıtlar” şekline dönüştürüldü. Böylesi ikili mantık yapısı ortamında kimin “ben” konumuna kimin “karşıt” konuma geçeceğini güç ilişkisi belirler. Hal böyle olunca, gücü elinde bulunduran iktidarın “ben”, geri kalanların ise “karşıt” kümelenmesinde konuşlanacağı açıktır. Bu konuşlanma siyasette olduğu kadar, aile yapısında ve toplumun tüm katmanlarında da başat olarak, bir süre, iktidarın yaşamı boyunca toplumu baskı altında tutabilir. Demokrasi ile uzaktan yakından alakası olmayan bu yapılanmanın ahlaksal bir yanı da yoktur.

En uç hali ile kadın cinayeti olarak karşımıza çıkan insanlık ve medeniyet dramı görüntüleri, aslında tepe siyasette üretilen ve iktidarı koruma adına sürdürülen, hatta zaman zaman kasıtlı uygulamalarda etkili kılınan çarpık ve otoriter zihniyet yansımalarıdır. Basit kavgalara ya da tartışmaların şiddetlendiği anlardaki konuşma üslubunu tanır olduğumuzda, toplumda ciddi rol modellerinin işbaşında olduğunu anlarız. Nitekim siyasi ortamda liderlerin konuşmaları videoya alınıp bizzat kendilerine izletilse, öyle sanırım ki, onlar dahi yaptıklarından ve sarf ettikleri sözlerden utanacaklardır. Henüz fiili şiddete dökülmemiş sözde ya da harekette kalan şiddet de, kadın veya erkek, aksiyon ya da reaksiyon olarak fark etmeden, kimden gelirse gelsin eril şiddettir. Maalesef parlamentodan başlayarak hemen toplumsal kademenin her aşamasında ve her an eril şiddet ortamı yaşanmaktadır. Kamusal araçlara binme cehdinden tutun da, yanınızda oturan kişinin ki, genellikle erkektir, bacaklarına hakim olamadan yayılmasına, karı-koca ilişkisine, patron-emekçi ilişkisine dek görülen çarpıklıklar, örtülü ya da açık, “Ben hakimim, kimseyi de takmam” kasıtlı davranışın yansımasıdır. Kendine güveni olmayan, zayıflığını algılayamadan baskılamaya çalışan, o nedenle de daima uyanık ve tetikte olarak, alan kaybetme hezeyanı ile davranan kişi başka türlü davranamaz ki! Bu duyguların siyasal arenada içselleştirilmiş olduğunu düşündüğümüzde, hem ürkeriz hem de ürpeririz. Ne çare ki, durum böyle!

Eril şiddet ve cinayet hukuksal bir mesele olmanın çok ötesinde hızlı kentleşme, farklı sosyal tabakaların birbirine kaynaşamaması, gelir dağılımı bozukluğu gibi sebepler yanında, kişisel olarak çocukluk çağındaki patolojiler, medyanın yaydığı uyarıcı ve sinirsel dengeyi tahrip edici şiddet gösterileri vb. gibi psikologların alanına giren bir dizi etmenle ilgilidir. Benim alanımla ilgili olan çok etkili faktör de genellikle toplam servetin çok büyük bölümünün erkeklerin mülkiyetinde olmasıdır. Kapitalizmin rekabetçi ve yıkıcı ideolojisi kültürsüzlük ve yoksullukla birleşince para hakimiyetinin yerini kaba güç hakimiyeti almaktadır. Yansıma biçimleri farklı olmakla beraber aslında iki güç arasında, kullanma biçimi dışında fazla fark yoktur. Kadın cinayetlerinin sorumlusu tek değil, bir salkımdır. Bu salkımda siyasal kültürü üretenler, anlamsız bir aile zihniyeti ile şikayetleri ciddiye almayan emniyet güçleri ve aynı duyarsız mantıkla hareket eden yargı yer almaktadır. Kısırlaştırmadan söz edilecekse, en başta bu kültürü üreten ve yaşatanlar masaya yatırılmalıdır.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...