01 Kasım 2019 23:56

Biz savrulursak, el ne yapmaz ki!

Biz savrulursak, el ne yapmaz ki!

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Amerika’ya çok kızıyoruz, çünkü ABD başkanı ülkemizi hiçe sayarak cumhurbaşkanına aşağılayıcı mektuplar gönderiyor, bununla da kalmayıp, henüz sonuç belli olmamakla beraber, Türkiye’yi zor duruma sokabilecek iki yasa teklifini yasalaştırmaya yöneliyor. Tüm bu davranışların ne uluslararası hukuk ve nezaket kurallarına ne de stratejik dostluk anlayışına sığdığı savunulabilir.

Evet, yüzeysel yaklaşımla ABD’nin davranışları olağan koşullarda savunulamaz. Ama koşulların olağan olmadığı durumlarda, ABD’den gelen her iki davranış da uluslararası hukuk ve uluslararası ilişkiler bağlamında, bazı istisnalar dışında, açıklanabilir nitelik kazanmaktadır. Hatta ufak bir zorlama ile denebilir ki, ABD, devlet erkini, usulüne uydurarak kullanmaya çalışmaktadır. Tüm işlemler hukuk usulüne uydurulduktan sonra, stratejik ortaklık ya da müttefiki olmak gibi afaki savlar bir hüküm ifade etmez. Ermeni tehciri meselesi gerçekten tarihçilerin ve sosyolog-antropologların işidir. İlgili yetkililer arşivleri inceler ve ona göre mesele politik düzeyde kavgaya ya da sulha dönüştürülür. Ne var ki, bu savı ileri sürerken demezler mi, mesele bizzat ülke edebiyatçılarının diline düşmüş, sayılar dahi telaffuz edilmiş ve böylece Nobel’e kadar gidilmişken, artık arşive bakmaya gerek var mı?

Cumhuriyet’imizin 96’ncı yılını, her ne hikmetse, bu yıl bir başka coşkuyla kutladık. Halkın büyük kesiminin niçin böylesi bir coşkuyu yaşadığı malum da, iktidar mensup ve medyadaki yandaşlarının nasıl böyle bir takiyeyi özel davranış kalıplarına sığdırdıkları anlaşılır gibi değil! Davranışsal esneklik olsa gerek! Cumhuriyet’in en temel mottosu “Yurtta sulh, cihan da sulh” söylemidir. Yurtta sulh meselesi zaten ortadadır. Ülkenin Genel Kurmay Başkanı dahi terörist ilan edilmiş ve bir süre içeriye alınmış olup, şimdilerde affa mazhar görülüyorsa, bu durum öyle yenir yutulur olarak görülemez. Kimler bu kararı vermiş ya da karara üst düzeyden hâkim olmuşsa tüm tazminatların kişisel varlıklardan ödenmesi gerekir. Bir vergi mükellefi olarak benim vergilerimle böylesi siyasi tazminatların ödenmesine rıza göstermem.  

Anayasa Mahkemesinin, nasıl olmuşsa bir oy farkla(!) verdiği “ifade özgürlüğü” kararını takiben barış imzacılarının dosyalarına beraat yazılıyor. Şimdi, bu yolu açan siyasiler, bu yola yönelen üniversite yöneticileri ve o yargıçlar başlarını yastığa koyarken, verdikleri emir ve kararlardan dolayı hiç vicdan rahatsızlığı yaşamazlar mı? Bu kadar akademisyen akademik çalışmalarından alıkoyuldu, kimisi işinden oldu, bir kısmı ciddi psikolojik rahatsızlıklara savruldu. Ne yapmıştı, nasıl bir suç işlemişti bu akademisyenler? Kamu görevlilerini uluslararası usullere göre görev yapmaya, aksi halde vatandaşa karşı aşırı davranıldığı durumda yöre halkının devlete aidiyet duygusunun sarsılacağını ikaz etmekten başka bir amacı olmayan akademisyenlere teröristle iş birliği yaftasını yapıştıran siyasi ve kazaî erkten tarihin hangi aşamasında kimler hesap saracak ki! Siyasi kadronun demokrasi adına geçmiş zulümlerden hesap soracağına safça inanan “Yetmez, ama evet” aymazları bu kez de zulümden hesap sorma adına ortaya çıkıp, tüm bu sürüklenişe sebep ve araç olan kadrodan hesap soracak mı?  

Bir bünye zayıf düşünce fırsatçı mikroplar ya da sosyal alanda elemanlar ellerini ovuşturarak devreye girer. Bu durum, doğa kuralı olduğu kadar, sosyal işleyiş ve siyaset kuralıdır da!  Toplumun bir kesimini çirkince “illet” olarak adlandırıp hesaba katmayan bir yönetimi tüm yabancı ülkeler, bu arada ABD de, elçileri vasıtasıyla bilmiyor mu? Ne var ki, hesaba katılmayan toplumun yarısı da o onur kırıcı mektuba üzüldü, diğer yaptırımlardan da endişe duyarak, ülke çapında tek nefes olma duygusunu yaşadı, yaşattı. Ancak, bu yüce davranış öylesine olgunluktur ki, onu anlayabilmek için de o düzeyde olmak gerekir! Dış aleme düşman olarak bakarken, aynı zamanda onların hangi bilgi ve veri ile hareket ettiklerini de hesaba katalım. 

Bu acılarla Cumhuriyet’i kutluyoruz. Aynı anda düşünmemiz gerekmiyor mu, niçin ve nasıl buralara geldik, niçin ve nasıl hâlâ önü alınamayan siyasi hırsla iktidara yapışıp, birbirimizi yıpratıyoruz? Niçin, tüm ulus olarak değil de farklı gruplar ve farklı amaçlarla şimdilerde Atatürk bu kadar öne çıkarıldı? Toplum ve siyasi katmanlar olarak, biraz olsun utanalım ve samimi davranalım artık, lütfen!

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...