27 Eylül 2019 20:11

Neslican, Greta ve sıradan kötülük

Neslican, Greta ve sıradan kötülük

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Neslican Tay pes etmemenin, teslim olmamanın, insanın kaybetme ihtimali olduğu savaşlara kazanma umuduyla girmesinin simgesi olduğu için önemli. Risksiz yükselişlerin, ancak himaye altında var olabilmenin, yağlı kapıya yamanmanın, üçkağıtçılığın en gözde değerler mertebesine yükseldiği bir dünyada, herkesin gözü önünde tek başına yaşadığı ve müridi bulunmayan bir mücadelenin kahramanı olarak öldü. Fakat ondan geriye kalan dersin kayıtlı öğrencisi çoktur. Akdeniz’de binlerce göçmenin hayatını kurtaran ama kendisine Paris’ten verilen madalyayı ‘Kimin kahraman kimin yasa dışı olduğuna karar veren yöneticilere ihtiyacımız yok’ diyerek reddeden Pia Klemp; İklim Boykotunun Mimarı Liseli Greta Thunberg; işgalci İsrail askerine tokat atan Filistinli Ahed Tamimi; Afganistanlı sığınmacının sınır dışı edilmesine direnen Eli Ersson ve benzerleri de bu okulda insani değerler için, demokrasi için cüret etmenin erdemlerini öğretmeye devam ediyorlar. Ve ne yazık ki yokluklarında boğulacağımız bu türden dayanışmacı değerleri koruyan kurumlar olmadığında, var olanlar da dayanıksızlaşan zeminlerine gömülmeye başladığında dünya, meydan okuyan insanların eylemlerinden ferahlıyor.

En son Neslican ve Greta üzerine yapılan tartışmalar da gösteriyor; sistemin tekerine çomak sokmaya yeltenmenin bir bedeli de var. Bazen bu cüretkarlık münferit kaldığı sürece, münferit kaldığı için alicenapça ödüllendirilir; popüler kültür içinde etkisizleştirilebilir. Bizim ülkemizde ise her tartışma konusu nüfusu önceden ikiye böler. Bir yanda hayatın paçalarını kara kuytu fesatlıklara doğru çeken vicdansızların diğer yanda bahar bahçe serinliğinde ısrar edenlerin kapışmasının şiddeti, menfaat ve ikbal peşindekilerin cüretiyle doğru orantılıdır. BM’de konuşurken “How dare you” diye seslenen Greta Thunberg’in bir cüreti göze sokması lafın gelişi olmamıştır.

Ama gençlerin hayatını ve senelerini çalan pervasızlık göze sokmayla filan bitmez. “#neslicantay kızımız çok çile çekti ama ümidini kaybetmedi, Ölümle yüzleşebilseydi #ölümbilincine sahip olsaydı, seküler dünyanın dünyasallaşma rüzgarına kapılmasaydı dinlerin #hayataanlamkatma ve #teselligücü nden faydalanabilseydi hastalığı düşman gibi görmezdi diye düşündüm” diye tweet atan Profesör Nevzat Tarhan’ın başka zamanlarda hayalini kuramayacağı mevkilere ve makamlara, medyada kendi kendini temsil imkanına kavuştuğu düzeni savunurken meselesi hiç de Neslican değil aslında. Ölmüş gitmiş genç kızın ardından onun kıyafetlerine, neşesine, direnme azmine, ölümün üstüne yürümesine çemkirenler, aynı dünya görüşü havuzunda yüzen diğerleriyle birlikte yüzdükleri kirli suyun sathı müdafaasındalar. 

Böyle bir dünyalığı müdafaa etmek demek ölümün direnilecek bir şey olmadığını, tersine sufi bir tevekkülle katlanılan çilenin ödüllendirildiği asude bir bahar ülkesi olduğunu vazetmek demek. Kendi yazdığı biyografisinde “İlimle imanı birleştirmiştir” diye övünen; adı Ergenekon’dan FETÖ’ye, Türkçe olimpiyatlarına kadar bir sürü siyasi olayda geçen Tarhan ve benzerleri tevekkülle boyun eğmeyenlerin eyleminde seküler bir tehdidi boşuna görmezler. Çünkü varlık sebeplerine yöneliktir o mücadele.

Kendisi iddiaları reddetti ama cunta döneminde Ayhan Songar, Turan Mitil ile birlikte adı, 12 Eylül cezaevlerinde tutuklular üzerinde ilaç deneyi yapanlar arasında geçiyor. Bu grup 12 Eylül’ün Mengeleleri olarak anılıyor. MGK tarafından görevlendirilen Ayhan Songar Prof. Tarhan’ın tanıklığına göre “dost sohbetlerinde” “Araştırmanın sonuçlarına göre sağcılar geri zekalı solcularsa antisosyal ve psikopat çıktı” demiştir. Bu bilgi Tarhan’ın sitesinde Sabah gazetesi kaynak gösterilerek 2000 yılında yer almış. (https://www.nevzattarhan.com/prof-tarhan-sagcilar-geri-zekali-solcular-antisosyal-ve-psikopat-cikti.html)

Nevzat Tarhan’ın Neslican Tay hakkında yazdıkları profesörün hayat çizgisinde hiç ayrıksı durmaz. Tersine yaşam ve ölüm hakkında geliştirilmiş sistematik bir fikrin, imanın devamıdır bu. Nitekim 2011 yılında Defne Joy Foster’in ölümünden sonra “Evli ve 18 aylık bir çocuğu olan alkollü kadının başka bir erkeğin evinde kalmasını doğallaştıran anlayış sorgulanmayacak mı?..” ifadesinin geçtiği bir yazı kaleme aldı. Bu yazıda açık evliliklerden başlayarak Tanzimat’tan başlayıp Cumhuriyet’te devam eden modernleşmeyi, kadının rolünü eleştirdi.

Demek ki ölüm karşısındaki tutumun yaşamın diğer meselelerine bakışla doğrudan ilişkisi var. Kansere direnen bir genç kadının tutumunda seküler bir tehdit gören kafa aslında haksız sayılmaz. İnsanın bu dünyadaki hayatı için talep etmesi, direnmesi muktedirlerin ve destekçilerinin korkusudur...

Not: Bu yazı yazılırken deprem oldu. Kamuoyu depremin, ahlaksızlığın artışına bir mesaj olduğu iddialarına şerbetli olduğundan bu kez bu garabetliğe tevessül eden olmadı. Ama bu, daha olmayacağı anlamına gelmez. Her durumda yeni bir kılıkla hortlayan köklü, Mengele’den eski, çok sıradan bir kötülük çünkü bu.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa