01 Eylül 2019 20:00

Geri kabulü alkışlayanlar Alan bebeğe ağlamasın!

Geri kabulü alkışlayanlar Alan bebeğe ağlamasın!

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Adına “Ölüm Denizi” denen, kara bir unvan kazanmıştı Akdeniz.

Uluslararası Göç Örgütü’nün (IOM) açıkladığı bilanço şöyleydi: 1993-2014 arası dönemde 30 bin, 2007-2010 arası dönemde 8 bin, 2011-2015 arası dönemde ise 10 bini aşkın mülteci açık sularda can vermişti!

Tatilini Ege’de ya da Akdeniz’de geçirmeye karar vermiş insanlar, kıyıya vurmuş insan cesetleriyle karşılıyordu. Plajda serinlemeye gidenlerin şişmiş cesetler arasında kulaç attığı, şezlongda güneşlenenlerin can yelekli mülteciler arasında kaldığı dramatik zamanlardı.

İtalyan Şair Aldo Busi aynen şöyle yazmıştı: “Akdeniz’den gelen hiçbir balığı yemiyorum artık, balıklarla birlikte Libyalıları, Somalilileri, Suriyelileri ve Iraklıları yemekten korkuyorum...”

Dünya sessiz, Avrupa Birliği gamsızdı.

Kıyılara hemen her gün insanlık vuruyordu.

Ta ki üç yaşında bir çocuğun, vicdanları isyana çağıran o fotoğrafı ajanslara düşene dek.

Takvim yaprakları 2 Eylül 2015’i gösteriyordu...

Gazeteci Nilüfer Demir’in objektifi, Bodrum kıyılarını döven köpüklü suları ve o sularda salınıp duran küçük bir bedenin ahını kaydediyordu.

Alan Kurdî bir bayrak,

Alan Kurdî denize gömülen mültecilerin sessiz çığlığıydı artık...

***

Peki, sonrasında ne oldu?

Hem dünyada hem Türkiye’de ortak bir vicdan anaforu oluştu. Halkların gözyaşı, egemenlere duyulan öfke ile birleşti. Birçok merkezde protestolar, mültecilerle dayanışma eylemleri düzenlendi.

Yönetenlerin cephesinde ise hem panik hem de durumu fırsata çevirme gayreti vardı: BM toplantı üstüne toplantı yaptı. Tepki oklarını üzerine çeken AB, üye devletleri olağanüstü toplantıya çağırdı. En zengin devletlerin bir araya geldiği G7 ve G20 zirvelerinin de baş gündemi mültecilerdi. Dünyayı savaşlara, açlık, hastalık ve göçlere mahkûm eden emperyalist birliklerin ajandasında “yeni stratejik önlemler” vardı.

Ve... mültecileri ölümlerden, “medeniyetin beşiği” Avrupa’yı da mülteci akınlarından koruyacak “sihirli formül” nihayet bulundu (!)

Formülün adı: “Geri Kabul Anlaşması”ydı.

Formülün üzerinde deneneceği kobay ülke ise Türkiye olacaktı!

***

Peki, Geri Kabul Anlaşması neydi?

Anlaşma AB ile Türkiye arasında imzalanmıştı. Buna göre Avrupa’ya “izinsiz” geçtiği tespit edilen mülteciler Türkiye’ye iade edilecekti. Her gönderilen mülteciye karşılık AB (kendi kriterlerine uygun) bir mülteci alacaktı. Böylece Türkiye transit ülke olmaktan çıkıp “filtre ülke” olacaktı. Daha vahimi; Ege ve Akdeniz’de geçişleri engellenen, istediği ülkeye sığınma hakkı ellerinden alınan mülteciler, Türkiye’de, büyük bir baraj kapağının arkasında sıkışıp kalacaklardı.   

Çok geçmeden altın varaklı koltuklar hazırlandı. Flaşlar patladı. Merkel ve Erdoğan (sonrasında Merkel ve Davutoğlu) mülteci pazarlığında el sıkıştı.

İyi de Türkiye, üzerine yıkılacak böylesi bir anlaşmaya neden imza atmıştı?

1- Anlaşmaya göre Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarına vize muafiyeti sağlanacaktı.

2- AB üyeliği için tıkanan fasıllar yeniden açılacaktı.

3- Türkiye’ye hapsedilecek mülteciler için para yardımı sağlanacaktı. (Ki AB’nin verdiği para sözleri kadar bu paranın nereye harcandığı da hep tartışma konusu oldu)

Yani mültecilerin uluslararası hukuktan doğan hakları, sırf vize serbestimiz olsun, ekonomimiz avro görsün ve AB ile fasıllar yeniden açılsın diye yok sayılacaktı. Türkiye’de sıkışıp kalan ucuz ve güvencesiz mülteci emeği ise dibe doğru seyreden ekonominin can simidi olacaktı! 

Ve bütün bunlar “ulusal çıkarlarımız” diye bol bol propaganda malzemesi yapılacaktı.   

Ne acıdır ki...

Bütün bu pazarlıkların yaşandığı süreçte; Davutoğlu, Başbakanlık Konutunda ağırladığı baba Abdullah Kurdî’ye şöyle seslenecekti: “Eğer biz yüzlerce toplantı yapsaydık, kampanyalar yapsaydık Aylan’ın o resmi kadar etkileyici olmazdı...”

***

Alan öleli dört, Suriye savaşı başlayalı sekiz yıl oldu...

Ama ne Suriye savaşı bitti ne de ölümler. Çünkü Alan’ın ardından timsah gözyaşları döken emperyalistler ve bölge gericilikleri Suriye ateşini odunla beslemekten vazgeçmediler.

Yeni göç dalgasının adı bu kez sanki İdlib olacak. Onu belki başka kentler izleyecek ya da ülkeler... Kim bilir?

Ve “Geri Kabul Anlaşması” Avrupa’nın önüne çekilmiş dikenli bir bariyer olarak kaldığı sürece mülteciler daha çok acılar çekecek. Geri gönderme baskısı ile ileri geçememek arasında sıkışıp kalmış bir esaret acısı bu.

Peki ya denizler, botlar, can yelekleri, ölümler?

Ne yazık ki bu esaret basıncı altında “ölümcül rotalar” işlemeye yine devam edecek. Geçtiğimiz ağustos ayında Ege ve Akdeniz’de yeniden tırmanışa geçen göç hareketliliği de bunun işareti değil mi zaten?

***

Hal ve ahval bu iken...

“Geri Kabul Anlaşması olmasa Ege’de trajedi ve katliam yaşanır” diyerek bu insanlık dışı anlaşmayı alkışlayanlar, hele de AB ve AKP yapımı bu pazarlık projesinin arkasında saf tutan ‘solcu’lar/demokratlar, kusura bakmasınlar ama Alan bebeğin arkasında gözyaşı akıtmasınlar.

Çünkü aynı proje (yine aynı gerekçelerle) Türkiye’den sonra Libya’da uygulandı. Ve Afrika’dan Akdeniz’e akan göç kolları Libya’da bloke edildi, daha doğrusu hapsedildi. Ama Akdeniz bir ölüm denizi olmaktan kurtulmadı! Üstelik Libya, salgın ve hastalıkların yanı sıra bir köle pazarına dönüştü. Patenti AB ve Türkiye’ye ait bu anlaşmanın ilerde ABD-Meksika yapımı bir proje olarak karşımıza çıkması ise kimseyi şaşırtmasın! 

Peki ne yapmalı?

Bölge barışı, eşitlik ve toplumsal refah için daha çok çaba, daha çok mücadele edilmeli. Göçe kaynaklık eden sorunlar kaynağında çözülmeli.

Geri Kabul Anlaşması ise yırtılıp tarihin çöplüğüne atılmalı.

Araştırmalar, ön çalışmalar önümüzdeki yıllarda sadece Suriye’den değil çok daha geniş bir coğrafyadan gelecek büyük göç akınlarına işaret ediyor. Kimse “realite” edebiyatı yapmasın. Çünkü “realite” bile bu akınların Türkiye, Libya gibi ülkelerde bloke edilmesini değil, küresel ölçekte kucaklanması gerektiğini söylüyor. Elbette mültecilerin hukuksal güvenceye kavuşması şartıyla.

Son söz...

Alan Kurdî’ye adadığım “Sığınamayanlar” (*) kitabında şöyle yazmıştım: “Bütün ülkelerin işçileri, ezilen halklar ve mülteciler birleşin.”

Hâlâ sözümün arkasındayım.

*“Ölüm Koridorundan Mülteci Pazarlığına: SIĞINAMAYANLAR” - Evrensel Basım Yayın / 2016

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...