31 Ağustos 2019 20:10

Yeni bir kelime önerisi, biraz da küfür gibi: Obskürik

Yeni bir kelime önerisi, biraz da küfür gibi: Obskürik

Fotoğraf: Evrensel

PAZAR
Paylaş

Pazar gününün tatil ve dinlenme haline yakışır, sinemaya, edebiyata yaslanan konulardan bahsedebilmek niyetiyle başladığım bu köşede iki yılda kadın mücadelesine dair yazıların oranı yüzde 30’u buldu. Bitmiyor, beter oluyor, öyle beter oluyor ki başka mevzu açmak mümkün olmuyor.

Haklılığı haykırdığımız binlerce an oluyor. Herkes sus pus, kimseler duymuyor gibi. Sonra bir felaket oluyor, bir cinayet bir simgeye dönüşüyor.

Emine Bulut’un ölümünü izledik, son sözlerini duyduk. Dehşete düştük.

Ezberler tekrar oldu. 5 erkek bir araya gelip ana akımda kadın sorununu tartıştı. Olaya şahit olan 10 yaşındaki kızın yaşadığı travmaya sözde empati yapıldı, ihtiyacı oymuş gibi evine bazı yetişkinler doluştu. Sonra işte bazı futbola dair gelişmeler, bir siyasinin skandal cümlesi, popüler kültür ikonlarının köpürmesi derken bir hafta geçmeden sönmeye yüz tuttu.

Öldürülen her bir kadının emin olun son anı aynı ölçüde dehşet vericiydi, son sözlerini duyanların hâlâ kulaklarında çınlıyordur yaşamak istedikleri.

Kamera kaydı yok diye haberin detayına bile tıklanmadan geçildi ya da haber okunmadan sayfa çevrildi.

Emine Bulut öldürüldüğü gün Güldane Yırtıcı, eşi tarafından hastanede, lohusa yatağında bıçaklandı. Kız kardeşi onu kurtarmak için araya girip yaralanmayı tercih etti. Bunun yerine kamerasını açsaydı şimdi onun isminin önünde de bir “#” işareti olacaktı.

Bundan 20 sene önce, fırsat eşitliği istiyorduk, bu dünyaya umutla getirdiğimiz çocuklarımızın bedeli kariyerimiz olmasın diyorduk, süt izni, doğum izni haklarımız yeterince uzatılmalıydı hatta çocuk kreş yaşına gelene kadar bu izin, babayla eşit bölüşülebilmeliydi. Devlet kreş imkanı sunmalıydı. Evlen baskısına baş kaldırıyor, bekaret sorgulamalarını reddediyor, namus kavramının kadın bedenine zimmetlenip kullanım hakkının erkeklere ait olmasına karşı çıkıyorduk. Ev işi kadının işi değil diye reklamları protesto ediyorduk, anneler gününde mutfak aleti reklamı yapanı affetmiyorduk.

Çocuk yapmak için evli olmak gerekmez diyorduk. Yahu biz bu ülkede sperm bankasından çocuk yapabilmeyi hayal ediyorduk ki o zamanlar boşanmanın bedeli bunca tehditle dolu bile değildi.

20 sene geçti, “ölmek istemiyoruz” sloganında birleştik.

Geceler ve sokaklar bizim olsun derken, “canım bari bende kalsın”a geriledik.

Adım adım oldu her şey. İşsizliğin sorumlusu kadının çalışmak istemesi sayıldı, kahkahamız ayıp bilindi, hamile halimizle sokakta gezmemiz terbiyesizlik oldu, bir kadın vekile “bayan halinle sus” denildi, bir kadın sunucu bluzunun yakası açık diye işinden edildi, bir babanın evladına şehvet duyması normalleştirildi. Kadına şiddet algıda seçicilik dedi kadından sorumlu kadın bakan, “tecavüzcü, tecavüzden hamile kalıp kürtaj yaptırandan daha masumdur” denildi. Her gün “dip budur” derken, 20 sene geçti dibin dibi gelmedi.

İmamoğlu seyahate çıkmış, kalkmış “karısıyla kızı evde yalnız”la başlayan sapıkça şeyler yazmış biri sosyal medyaya.

Diğeri de buna kızıyor, “veled-i zinaya bak hele” diye.

Kadın zalimce katledilmiş, katili için “o... çocuğunu idam edelim” yazıyor birileri, güya tepki gösteriyor kadına kalkan ellere.

Bu ne ahmakça, bu ne zehirli, ne riyakar, ne kötücül bir döngü?

Çok aradım bu çürümüşlüğün hasta bakış açısını anlatacak, karşılayacak bir kelime, bulamadım.

Cahil dediğin eğitimsiz, deneyimsiz diye geçiyor. Aptala yapacak şey yok, aptal kelimesi kötücüllüğü, riyakarlığı kapsamıyor.

Echel var en yakın: Çok cahil, çok bilgisiz diye geçiyor. O da yakın gelmiyor.

Bize yeni bir kelime lazım... At gözlüğü ile yaşayan, tüm dünyanın kabul ettiği en basit bir doğruya bile ikna olması için, bir neden-sonuç ilişkisi kurabilmesi için, çıkarlarını bir kenara koyup objektif yaklaşabilmesi için, bir başkasını hunharca yüklenirken dönüp bir de kendisine bakabilmesi için sonsuz çaba sarf edilmesi gereken, aptallığının ardında çıkarları, tepkilerinin ardında izansızlığı, ahkamlarının ardında cahilliği saklı insanlar için bir kelime bulmamız lazım.

En iyi niyetlisi bile bir şeye üzülmek için başka bir acıya empatiyi şerh koyuyor. Bir kötülüğe tepki beyan ederken cümlesinin ardında gizli faşistliğin farkına varmıyor. Bir yerlere illa bir “Suriyeli” örneği sıkıştırıyor, “ben de karşıyım”larından sonra “ama” koymadan edemiyor.

Kimisi en doğru bildiğini bile düzeni bozulmasın diye düz söylemeye korkuyor da iki mahalle etrafından dolanıp söylüyor.

Herkes hatadan ilk kendini tenzih ediyor. Herkes hep en doğru yerde durduğundan emin.

Obskürantizm kavramı: Egemen güçlerin kendi hoş görmediği kavramlara, kişilere, topluluklara ilişkin toplumun bilgi erişimini sistematik olarak kısıtlama çabası olarak geçiyor sözlükte. Bilmesinlercilik, anlamasınlarcılık. Egemen güçlerin eliyle sistematik cahilleştirme. Kör, sağır bir toplum inşası.

Şöyle diyordu Cemil Meriç bu kavram hakkında:

“89’a kadar kana, çamura bulamış Avrupa’yı. İspanya’da engizisyon olmuş, Rusya’da çar. Avrupa’dan kovulunca bize sığınmış. Baş tacı etmişiz “bîve-i bâkir”i. Elli yıl düşünce yasaklanmış; iman, suç sayılmış. Bu izm uğruna bütün izm’lere düşman kesilmişiz. Onu her tehlikeden korumak için hapishaneler yükseltmiş, matbaalar kurmuş, mektepler açmışız. Gediklerden sızan her fikir, süngü ile tepelenmiş. Kamuoyu o mabudenin şüpheli rakiplerini haklamak için iktidarla el ele vermiş. Kanun hiçbir itizâle göz açtırmamış. Kâh Batıcılık olmuş, kâh Batı düşmanlığı. Her izm onun himayesinde sahneye çıkmış. Bu yedi ceddi yabancı âlüftenin dilimizde adı yok. Batı, “obskürantizm” demiş. Obskürantizm kocayıp dermansızlaşınca, surların ardında bekleyen tefekkür, bulanık bir sel gibi boşanmış ülkeye. Beyni iğdiş edilen nesiller büyük bir susuzlukla bu kirli sulara eğilmiş. Ve düşünce, mahiyeti meçhul bir içki gibi çıldırtmış herkesi. Kırk beş milyon, kırk beş milyona düşman kesilmiş. Obskürantizm heyulası yok edilmedikçe, herhangi bir diriliş hayaline kapılmak çılgınlık.”

Obskürantist var: Bu bilmesinlerciliği dayatan egemen güçlere verilen ad.

“Obskürik” olabilir belki aradığım kelime. Ha öyle bir kelime yok ama sakil durmaz sanki üretirsek.

Kadın cinayetleri, göz göre göre arttı. Kadının toplumdaki konumu geriletile geriletile oldu.

Öldürülmemek değil benim eşitlik mücadelesinde tek dileğim ancak doğruların en büyüğü, en elzem konudur.

Buna bile “Cinayete kurban gidenlerin yüzde 80’i erkekmiş, biz öldürülüyoruz, kadınlar yaygara yapıyor” diyebilen çıktı.

Matematik, istatistik, mantık ve felsefe kan ağlıyor bu cümlede.

Şiddet sizden çıkıyor ey eril erk, sizden çıkıyor bizi vuruyor.

Kadını olduğu gibi kabul etmek zorundasınız, görevi olduğu için değil istediği zaman yemek yapan, toplum baskısından değil sevdiği için evlenen, gerektiği için değil istediği için doğuran, hayırı hayır demek eveti evet olan, her birinin fıtratı nevi şahsına münhasır, hayatta hayalleri istekleri, tutkuları, şehvetleri, hırsları, duygusallıkları, iyiliği, kötülüğü olan yani bir erkekten farkı olmayan insan türüdür. Alışacaksınız.

Zevkleri vardır, dilediğini giyer, gönlünce gezer, kimi gündüzü kimisi geceleri sever. Yalnızlıktan tat alanı da vardır, bir ömre sonsuz aşk sığdıranı da.

Ne giyeceğine, nerede kiminle oturacağına, ne yaşayacağına karışamazsınız.

Diline ket vuramazsınız. İnsanız.

Kapıldı herkes bir cahilleştirme rüzgarının şiddetine. “Öldüremezsin”in şerhi olmaz diye açıklama yapma zorunluluğuna inanmak zor. Bir insanı insan öldürmenin kabul edilemez olduğuna iknaya çalıştığımız ne kara günler bunlar? Evrensel doğruların yanına “ama” koyana, bir küfür gibi ağız dolusu “obskürik” diyesim geliyor.

BM İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi madde 1: “Tüm insanlar özgür, değer ve hak bakımından eşit olarak doğarlar. Akıl ve vicdana sahiptirler. Birbirlerine karşı kardeşlik düşünceleriyle davranmalıdırlar.”  

İnsanım diyorsanız, sahip olduğunuz akıl ve vicdanı kullanınız.

1896 yılında Fatma Aliye, Osmanlı’nın nadir kadın yazarlarından biri olarak Refet’i yazdığında ilk sayfasında şöyle anlatmıştı romanın kahramanını: “Burada Refet’i herkese beğendirmek maksadıyla, şöyle güzel, böyle hüsn-i ahlaka malik, öyle nazik falan diye bir şahs-ı muhayyel tasvirine kalkışmayacağız. Hakikati kopya edeceğiz.

 Sahib-i sergüzeşt ne ise onu göstereceğiz.”

Bu mevzu binlerce yıllık. Kadın mücadelesi “acıma” duygunuza hitap eden bir sözde mağduriyet değildir.

Mağduriyetimiz, bu iktidarın alıştırdığı şekilde yüzeysel ve uydurulmuş bahanelere bağlı değildir. Bu haklı bir davadır. Acımanıza değil mücadeleye ortak olmanıza, anlamanıza ve anlatılan eşitliği hayatınıza bilfiil yaymanıza ihtiyacı vardır.

Simgeleşen bu cinayetler, hafızanıza kazıdıysa Emine Bulut’u, Özgecan Aslan’ı, Şule Çet’i ve tüm diğerlerini, o zaman sarf ettiğiniz her kelimede, attığınız her adım ve aldığınız her kararda hatırlamanız lazım.

Maçta hakemin verdiği ofsayt kararında, trafikte sıkışmışken, sehpanın köşesine ayağınızı çarpmışken ağzınızdan çıkan küfre dikkat ediniz.

Suya karışan zehir gibi hızla yayılıyor bazı kötü alışkanlıkların gördüğü kabul.

Erkeği bir hatada mazur görürken ya da bir konuma yakıştırırken yerine bir kadını koyduğunuzda fikriniz ve yargınız değişiyorsa, geçmiş olsun, siz de obsküriksiniz.

Bir cinayeti kınarken bile diliniz başka bir şiddetin kapısını aralıyor, lanetlemeleriniz yine kadınlar üzerinden seken küfürlere dayanıyorsa, obsküriksiniz.

Adalet devlet eliyle tesis edilmediğinde, bu vakalar bize gösteriyor ki halk kendi adaletini tesis etmeye çalışacaktır. Tıpkı geçen hafta öz yeğenine tecavüze kalkıştığında yakalanıp linç edilen adam gibi. Ve obskürik bir toplumun adaletinden de sual olunması gerekiyor. Hak yerini kanunlar çerçevesinde bulmazsa vaziyet bir şiddet sarmalına sokacak hepimizi.

Burada Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanı’na atıyorum topu. Kurumları değil insanları gözetmenin vakti geldi. Aileyi bir kurum olarak korumanın bedeli canla ödetilmez.

Aileyi bir arada tutmak için yaptığınız kampanya yerine ‘İstanbul Sözleşmesi’ni uygulayın. Kamu spotları ile bu konuda toplumu bilgilendirin, kamusal alanları afişleyin, broşür dağıtın, ücretsiz danışma hattı kurun.

Sığınma evlerini çoğaltın. Siyasi propaganda için sığınma evine gidip de koruma altındaki kadınlarla fotoğraf çektirip sosyal medyada yayınlayan izansızları görevinden alın.

Kadının canını koruma görevini üstlenin, üstlenin ki kadınlara da eşitlik mücadelesi için alan kalsın.

Bize kimse acımasın, mücadeleye omuz versin.

“Obskürantizm heyulası yok edilmedikçe, herhangi bir diriliş hayaline kapılmak çılgınlık.”

O zaman önce bununla mücadele edeceğiz.

Çılgınlıksa üstat, bu ülkede hâlâ arada gülebiliyor, sabahlara uyanma azmi bulabiliyorsak, çılgınız!

Her geçen gün koşullar zorlaşsa da bu eşitliği dayatacağız.

Haklıyız, kazanacağız!

Dünya Barış Günü kutlu olsun...

Kendimizle de barışabildiğimiz bir Pazar dileğiyle…

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa