04 Temmuz 2019 23:45

Ergenekon davası: Neydi, ne oldu?

Ergenekon davası: Neydi, ne oldu?

Fotoğraf: Envato

Paylaş

İstanbul 4. Ağır Ceza Mahkemesi, 235 sanıklı Ergenekon davasında, “örgüt kurma ve yönetme” iddiası ile yargılanan bütün sanıklar hakkında beraat kararı verdi. Bu kararın ardından iktidar ve medyası tarafından yapılan açıklama ve yorumlarda “FETÖ kumpasının çöktüğüne”, “adaletin yerini bulduğuna” ve “dosyanın kapandığına” inanmamız isteniyor. Oysa Ergenekon gibi ülkenin bir dönemine damga vuran bir davada, gerek bu davada yargılanan isimlere ve gerekse bu davanın ülkedeki siyasi konjonktüre göre izlediği seyre bakınca bu davanın kapandığını söylemek için erken olduğunu belirtmek gerekiyor.

Neden bu davanın kapandığını söylemenin erken olduğunu açıklamak için süreci geriye sarıp başlayalım.

ABD emperyalizminin Ortadoğu’yu “ılımlı İslam” üzerinden yeniden dizayn etme planlarını yaptığı bir dönemde (2002) AKP-Erdoğan Türkiye’de seçimleri kazanmıştı. O dönem ABD’nin Ortadoğu stratejistleri AKP’nin ‘siyasi’ ve Gülen hareketinin ise, ‘toplumsal’ olarak İslam dünyasında önemli rol oynayacağını söylüyordu. Bu temelde ABD ve batılı emperyalistler AKP-Erdoğan’ı ve fiili ortağı Gülen hareketini desteklediler. Ancak ordu başta olmak üzere devlet bürokrasisinde bu değişime ayak direyen ve yüzünü Avrasyacı güçlere dönen güçlü bir siyasi blok bulunuyordu. 2007 27 Nisan’da Genelkurmay’ın Gül’ün cumhurbaşkanlığının önüne geçmek üzere yayımladığı e-muhtıra, devlet içindeki bu egemenlik mücadelesinin en keskin virajlarından biri olmuştu.

ABD tarafından desteklenen AKP-Erdoğan ve Gülencilerin bu hamleye yanıtı, Temmuz 2007’de İstanbul Ümraniye’de bir gecekonduda bulunan silahlar üzerinden Ergenekon operasyonunu başlatmak oldu. Aralarında emekli ve muvazzaf general ve subayların, Sedat Peker gibi mafya liderlerinin, Perinçek gibi siyasetçilerin ve Balbay gibi gazetecilerin yer aldığı yüzlerce kişi bu operasyon kapsamında tutuklandı. Bu operasyonun gerekçesi “hükümete karşı darbe girişimi hazırlığı yapmak” olarak açıklanmıştı. Hükümete karşı bir darbe girişimi hazırlığı yapılıp yapılmadığı tartışılır ancak kesin olan bu operasyonun devlet içindeki egemenlik mücadelesinin bir sonucu olduğuydu.Bununla birlikte yönetilen suçlamalarla uzaktan yakından ilgisi olmayan birçok isim de bu operasyon içinde hedefe konup tutuklandı.

O dönem liberaller ve sol liberaller, AKP-Erdoğan’a ve Gülencilere güzellemeler yapıyor, ülkenin ordunun vesayetinden kurtarıldığı ve demokrasimizin ileriye taşındığını yazıp söylüyorlardı. Oysa Ergenekon davasının kurgulanış biçimi, bu operasyonu yapanların derdinin demokrasi olmadığını bütün açıklığı ile ortaya koyuyordu. Çünkü davada yargılananlar arasında JİTEM’in kurucusu Tuğgeneral Veli Küçük, Tuğgeneral Levent Ersöz, Albay Cemal Temizöz gibi birçok kayıp ve faili-meçhul cinayette adları geçen askerler vardı. Eğer bu davayı yürütenlerin demokrasi bir derdi olsaydı, bu soruşturmalar Kürt halkına karşı uygulanan özel savaş suçlarının ortaya çıkartılması yönünde ilerletilebilir, bölgedeki binlerce faili meçhul ve katliam aydınlatılıp Kürt sorununun demokratik barışçıl çözümünün önü açılabilirdi. Ama öyle yapılmadı. Bu dava sadece hükümete karşı “darbe girişimi suçu” ile sınırlandırıldı, bugün HDP Eş Başkanı olan Pervin Buldan ve yakınlarını kirli savaşta yitiren Kürtlerin bu davaya müdahil olma talepleri reddedildi.

Bugün Ergenekon operasyonlarını, milli ordumuza karşı bir FETÖ kumpası olarak açıklayan Cumhurbaşkanı Erdoğan ve iktidar sözcüleri, o gün bu davaya millet adına taraf olduklarını söylüyor ve hatta kendilerini bu davaların savcısı ilan diyorlardı.

AKP-Erdoğan ve Gülencilerin iktidarı mücadelesindeki diğer önemli hamlesi, 2010 12 Eylül referandumu ile yargıyı kendi egemenliğine almaya yönelik düzenlemelerdi.

Ancak Ergenekoncu olarak tanımlanan devlet içindeki geleneksel güç odaklarının tasfiyesi aynı zamanda AKP-Erdoğan ve Gülenciler arasındaki egemenlik mücadelesinin de başlangıcı oldu. Gerek devlet kurumlarının paylaşılması ve gerekse özellikle Suriye savaşı sürecinde AKP-Erdoğan’ın ABD ile karşı karşıya gelmeye başlaması bu iktidar mücadelesini daha görünür kıldı.

MİT üzerindeki egemenlik mücadelesi, Şubat 2012’de MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın KCK ile Oslo’da yürütülen görüşmeler nedeniyle ifadeye çağrılmasıyla kendini gösterdi. Cemaatçi yargı mensuplarının talimatıyla 17-25 Aralık 2013’te Erdoğan’a yakın isimlere yönelik rüşvet ve yolsuzluk soruşturmasının başlatılması ile bu mücadele yeni bir boyuta taşındı. Burada da Gülencilerin bu soruşturmaları egemenlik mücadelesinin bir aracı olarak kullanmaya çalışması, AKP-Erdoğan’ın ortaya dökülen bilgi ve belgeleri “Erdoğan’a karşı bir darbe girişimi” olarak gösterip üzerlerini kapatmasını kolaylaştırdı.

İşte bu noktada Ergenekon davasının da seyri değişmeye başladı. Artık FETÖ olarak adlandırılan Gülencilere karşı egemenlik mücadelesinde yeni bir dayanak/müttefik arayışına giren AKP-Erdoğan, dün kendilerini savcısı ilan ettikleri Ergenekon davasında “milli ordumuza kumpas kurulduğunu” söylemeye başladılar. 5 Ağustos 2013’teki karar duruşmasında Eski Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ için müebbet, Vatan Partisi Genel Başkanı Perinçek için ağırlaştırılmış müebbet ve Veli Küçük için 2 kez ağırlaştırılmış müebbet gibi cezalar veren İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nin kararı ile ilgili önce Anayasa mahkemesi “sanıkların haklarının ihlal edildiği”  hükmüne vardı. Ardından Yargıtay 16. Ceza Dairesi, mahkemenin kararını bozarak 4. Ağır Ceza Mahkemesi’ne gönderdi. Ve 4. Ağır Ceza Mahkemesi, nihai kararını vererek bütün sanıkların beraatı yönünde karar verdi.

Ancak Ergenekoncu olarak tanımlanan güç odaklarını AKP-Erdoğan için kritik bir konuma getiren gelişme, kuşkusuz 15 Temmuz 2016’daki darbe girişimi oldu. FETÖ’cülerin darbe girişimi karşısında Ergenekoncu güçler Erdoğan iktidarını desteklediler. Erdoğan’ın deyimi ile “Allahın lütfu” olan darbe girişiminden sonra darbecilerin yanı sıra orduda ve kamuda FETÖ’cü ya da “terör destekçisi” olduğu gerekçesiyle geniş çaplı bir tasfiye operasyonu gerçekleştirildi-ki bu operasyonlar halen devam ediyor. Bu süreçte daha önce Ergenekoncu olduğu gerekçesiyle tasfiye edilen general ve subaylar yeniden göreve çağrıldı ve kritik görevlere getirildi.

Zamanında Ergenekon operasyonları yapılırken nasıl Ergenekonla ilgisi olmayan birçok muhalif aynı torbaya konup yargılandıysa, FETÖ’cüler/darbecilerle mücadele adına ilan edilen OHAL sürecinde de başta Kürt siyasetçiler olmak üzere demokrasi ve barıştan yana kesimler de bu baskı ve tasfiye operasyonlarının hedefi haline getirildiler.Bugün Demirtaş başta olmak üzere iktidarın bu baskı ve şiddet politikalarına karşı demokrasi ve barışı savunan binlerce insan hapishanelerde tutulmaya devam ediyor.

Sonuç olarak 15 Temmuz darbe girişiminden sonra belirgin hale gelen Erdoğan iktidarı ve Ergenekoncular ittifakı, Suriye’de Rusya’nın ‘olur’u ile yapılan Fırat Kalkanı ve Afrin operasyonlarıyla yeni bir boyuta taşındı. Erdoğan’ın Rusya ve Çin ile yakınlaşma siyaseti izlemesi ve Avrasyacı söylemler kullanması sonrasında Perinçek, Erdoğan’ın kendi çizgilerine geldiğini söyledi. Ve elbette Erdoğan’ı “vatan savaşı”nın başkumandanı ilan edip herkesi arkasında saf tutmaya çağırmayı da ihmal etmedi.

Bitirmeden önce şunu da söylemek gerekiyor: Batılı emperyalistlere önemli oranda bağımlı olan ve Avrasyacı güçlerle işbirliğini bu güçlere karşı bir koz, pazarlık gücü olarak kullanan Erdoğan iktidarının kısa sürede ne kadar mümkün olduğundan bağımsız olarak yapılan pazarlıklar üzerinden ABD ve batılı emperyalistlerle ilişki ve işbirliğini ve buna bağlı olarak içerideki ittifaklarını da yenilemesi ihtimal dışı değildir.

Sonuç olarak böylesi bir tabloda ve üstelik yenilenen İstanbul seçiminden sonra rejim tartışmasının yapıldığı bir süreçte mahkeme kararına bakarak siyasi bir dava olan ve egemenler arasındaki ilişkilere göre seyir değiştiren Ergenekon davasının kapandığını söylemek gerçekçi değildir.

Geriye bu davalara egemenler arasındaki mücadelenin ötesinde demokrasi mücadelesi cephesinden bakmaya çalışan bizler için yanıtlanması gereken bir soru kalıyor: Siyasi iktidarın yargı üzerinde böylesine belirleyici olduğu bir süreçte, mahkeme kararı acaba ortada bir suç olmadığını mı, yoksa suç ortaklığının başka bir biçim ve boyutta devam ettirildiğini mi gösteriyor?

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa