11 Mayıs 2019 20:35

Tepegözleri anlattı Odisseus

Tepegözleri anlattı Odisseus

Odilon Redon'un "The Cyclops" adlı tablosu

PAZAR
Paylaş

Troya savaşına gittiği için yirmi yıldır göremediği ve gece gündüz hasretini çektiği kocası kral Odisseus’a nihayet kavuşan Kraliçe Penelopeya, durmadan sorular soruyordu ona...

Şafak tanrıçası Eos da uyanamadığı için o çok uzun süren gece boyunca Odisseus, kendi ülkelerine örnek alacağı Fayakların cennet adasını anlatmak istedi karısına:

“Ama Fayakların o güzelim adasından önce, canavar Tepegözlerin yaşadığı bir ülkeyi anlatmalıyım sana,” diye gülümseyerekten konuşmaya başladı Odisseus.“

O CANAVARI YAKINDAN GÖRMEK İSTİYORDUM

Deniz çok huysuzlandığı için iki gün hiç uyumadık deniz yolculuğumuz sırasında. Ve nihayet Tepegözlerin yaşadığı ülkenin sahiline demir atabildik yoldaşlarımla... Daha önce bana o ülkeden ve orada yaşayan Tepegözlerden sözetmişti tanrıça Kirke. O yüzden olacak, bu ilginç canavarları yakından görmek istiyordum. Haliyle hem yiyecek birşeyler bulmak, hem de bu Tepegözlerden birine rastlamak umuduyla adada dolaşmaya başladık.  Birara önümüze çıkan bir mağaraya girdik. Kimseler yoktu içerde... Ama biraz sağa sola bakınınca şaşıp kaldık: Büyüklü küçüklü kaplar; yağ, peynir ve çeşit çeşit süt ürünleriyle silme doluydu. Yoldaşlarım; ‘Hemen peynirleri, taze kuzuların bir kısmını alıp gemilerimize dönelim!’ dediler; yalvardılar. Ben istemedim. Çünkü durmadan itiyordu beni yüreğim... ‘Şu insan azmanı Tepegöz denen canavarı bul, neyin nesidir öğren’ diyordu hep...

Ama önce şunu da söyleyim: Tanrıça Kirke’den duyduğuma göre Tepegözler denen tek gözlü bu canavar Kikloplar, denizler ve karalar tanrısı Poseydon’un çocuklarıymış. Tanrı Poseydon da; denizlerin ve karaların gizemleri insanlarca çözülürse, oralardaki saltanatının biteceğini düşündüğünden, bu canavar Tepegöz çocuklarını, hep o uzak denizlerin belirli yerlerine nöbetçi olarak yerleştirmiş. O yüzden Tepegözler de; uzak denizlerin ve karaların sırlarını öğrenmek için enginlere açılan yürekli insanları çiğ çiğ yerlermiş!.. İşte biz de  Polifemos adlı birTepegöz’ün mağarasına girmişiz...

MAĞARADAKİ PEYNİRLERE SALDIRDIK

Karınlarımız  açlıktan zil çaldığı için hemen mağaradaki sütlere, peynirlere saldırdık! Sonra da beklemeye başladık. Karanlık basar gibi olurken sürüsüyle birlikte, alnındaki tek gözüyle çevresine bakınan bir insan azmanı girdi mağaraya. Koyunlarını keçilerini içeriye aldıktan sonra, onlarca kişinin yerinden bile kıpırdatamayacağı bir kayayla mağaranın ağzını kapadı. Koyunlarını sağdı. Yaktığı bir ateşte sütü kaynatmaya başladı. İşte ta o zaman bizlerin içerde olduğunu ayırdedebildi! Hiç konuşmadan yoldaşlarımdan ikisini hemen parçalayıp bir güzel midesine indiriverdi!.. Haliyle gördüklerimden donakaldım. Bana kim olduğumu sordu. Ben de titreye titreye; ‘Kimse,’ dedim. Sonra gemilerimin battığını, Baştanrı Zeus adına bana yardım etmesini istedim. ‘Zeus da kimmiş!..’ diye gürledi. ‘Evet, sana yardım edeceğim. Çünkü seni en son yiyeceğim!..’

Doğrusu tirtir titreyen diğer yoldaşlarım karşısında, kendimi biraz toparlayıp oradan kurtulmanın yollarını aramaya başladım. Polifemos oturduğu yerde uyuklamaya, birsüre sonra da  horlamaya başladı. Haliyle sabaha dek uyuyamadık. Ama hep bir kurtuluş yolu arıyordum... Sabah olunca Polifemos sürüsünü dışarı çıkardı. Mağaranın kapısını o büyük kayayla gene kapattı. Akşam dev sürüsüyle döndüğünde, gözüne kestirdiği iki yoldaşımı daha parçalayıp yedi. Birsüre sonra da derin bir uykuya daldı. Ben de önceden hazırladığım ucu ateşli sopayı devin tek gözüne sapladım! Polifemos attığı çığlıklarla bütün adayı salladı... Koşuşup gelen ve gözünün kör edildiğini gören komşuları, bunu kimin yaptığını sordular. Polifemos da; ‘Kimse!’ diye haykırdı.  Onlar da bu ‘kimse’ sözcüğüne sinirlendiler. ‘Babası tanrı Poseydon ilgilensin öyleyse onunla!’ diyerekten çekip gittiler...

KOÇUN SIRTINI İYİCE YOKLADI

Polifemos sabaha dek ah vah çekip inledi. Ve şafak sökünce yan yana getirdiğim koyunları, Polifemos’un üstüne yattığı hasırın sicimleriyle bağladım. Yoldaşlarımdan her birini, bu üçerli koyunların ortasındakinin üstüne yatırdım. Ben de en iriyarı koçun karnına sarıldım. Polifemos inleye inleye, el yordamıyla mağarayı kapatan kayayı yana çekti. Sonra dışarı çıkan koyunların sırtlarını elleriyle yokladı. En sonra da benim karnına yapıştığım iri koç önünden geçerken onun da sırtını uzun uzun okşadı; onunla biraz dertleşti. Hepimiz dışarı çıkınca, koyunlarla birlikte hemen sahile doğru yollandık; gemiye doluştuk.. Sahilden biraz uzaklaştığımızda; ‘Ey canavar Polifemos, ben ‘Kimse’ değilim! Ben insan oğlu insan, Odisseus’um!.. Duydun mu?” diye bas bas bağırdım. Artık kin ve öfkeden kuduran dev Polifemos, mağaranın bitişiğindeki tepeden rastgele kopardığı kayaları, denize doğru, ardı ardına fırlatmaya başladı. Bindiğimiz geminin önüne düşen büyük bir kayanın kopardığı azgın bir dalga da, bizi gersingeri sahile doğru savurdu. Neyseki kürekleri can hıraş çekerekten, bizi bekleyen diğer yoldaşlarımızın yanına döndük...

İşte körleşen dev Polifemos’un babası ve tekmil denizlerin tanrısı Poseydon’la benim denizlerdeki savaşımım, böylece başlamış oldu...”

Odisseus bu öyküyü anlattıktan sonra Penelopeya, uzun uzun, hem hayranlıkla, hem korkuyla baktı kocasına. Birsüre hiç konuşamadı...

Sonra da uyuyup dinlenmek üzere odalarına çekildiler...

***

Mitolojiyle ilgilenen okurlarımıza, aşağıdaki kitapları öneriyoruz:

-  Akdenizli Tanrılar (Yaşar Atan)

-  Akdeniz Mitologyasındn Efsaneler (Yaşar Atan)

-  İnsan ve Tragedya (Andre Bonnard - Çev. Yaşar Atan)

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...