29 Mart 2019 19:52

Akıl tutulması

Akıl tutulması

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Türkiye, siyasi tarihinde ilk defa görülen ve bir daha görülmeyecek şekilde her kesimin aklının tutulduğu koşullarda bir seçime gidiyor. Umuyorum sonuçlar, hem taraflar hem de özellikle de halkımız için uğurlu olur!

Yaklaşık yüz yetmiş yıl önce büyük ustalar Marks ve Lenin’in imzası ile yayınlanan Komünist Manifesto şu cümlelerle sonlanır:

“Proleterlerin zincirlerinden başka kaybedecek şeyleri yoktur. Kazanacakları bir dünyaları vardır. Bütün ülkelerin işçileri birleşin.” Günümüzdeki sendikasızlaşma ve ustaların kastettiğinden farklı ve göstermelik sendikalarda şeklen sendikalı üye olmak!

Çok ince anlatımla sermayenin yeryüzünde kurduğu hakimiyeti ortaya koyan Laz Kapital adlı kitapta ise, büyük ustaların yukarıdaki sözüne karşılık, işçiler yerine sermayenin birleştiği ve hakimiyetini pekiştirdiği çok hoş bir lisanla anlatılmaktadır.

Sermaye tüm yerküreye hakim olurken, işsiz kalan emekçiler giderek yoksulluğun pençesine sürüklenmektedir. Sosyal demokrasiyi nimet zannedip, gününü gün edenlerin akıbeti bundan başkası olamazdı ki! Sosyal demokrasi, sıkışan kapitalizmin hem piyasaları genişletici, hem de o dönemde yükselen sol dalgaya karşı paravan olarak devreye sokulan bir ara sistem olarak emekçilere aldatıcı pay verirken, aslan payını sermayeye yönlendirmiştir. Böylece aşırı birikim yapan sermaye hızla makineleşerek emekçilerden intikam almayı ihmal etmemiştir. Ne hazindir ki, günümüzde hâlâ sosyal demokrasi havarileri ortalıkta dolaşarak, prim yapabilmektedir.

Sadece sosyal demokratlar mı, onların yanında liberaller de özgürlük havarisi olarak siyasete yön vermeye çalışmaktadır. 1700’lerin liberalizmine can kurban olunurken, sermayenin canavarlaştığı günümüzde liberalizm savunuculuğu sermaye diktatörlüğüne ve faşizme davetiyedir. Ne var ki, sömürücü şeytan öyle bir isimle pazarda dolaştırılmaktadır ki, arkasını göremeyen herkes ismin büyüsüne kapılarak, canavarlığı savunuya geçmektedir.

Kapitalist sistem öylesine akıllı politikalarla toplumların sosyal genetiğine işlemiş ki, 1929 krizi ertesinde bugünkü neoliberalizm politikaları da Keynesçi politikalar da aynı dönemde oluşmuşken, Sovyetler korkusu birincisini geri plana çektirmiş ve Keynesçi genişletici sosyal politikaların devreye sokulmasını sağlayarak, hayalinden dahi korktuğu sosyalizmi ekarte etmeyi başarmıştır.

Birleşme ve parçalanma; birincisi sosyalizmin toplumsal modeli, ikincisi ise kapitalizmin toplumsal modelidir. Son yıllarda giderek yoğunlaşan biçimde toplumun bölündüğüne ve kutuplaştırıldığına tanık olmaktayız. İktidarın bu çabasını salt seçim sonucunu yönlendirme olarak görmek ciddi hatadır. Kapitalizm, gerek iç siyasette, gerek uluslararası politikalarda insanların müşterek özellikleri olan üretimdeki yerleri itibariyle, emekçilerin birleşip güçlenmesini engellemek için çok farklı ölçütlerle toplumları böler, üstelik de bu bölme işlemini gerçekleştirirken insanları özgürleştirdiğini savlar ve maalesef, bu deli saçması iddiasının da toplumun büyük kesimince kabul edilmesini başarır. Son seçimdeki aşırı kutuplaştırma da açıktır ki Türkiye halkının lehine olmayıp, yerel otoritenin uluslararası sermaye çıkarı doğrultusundaki politikalarının uygulaması sonucudur. Emekçilerin yaka renklerine göre bölünmesi iç burjuvaziye yararken, ülke halkının farklı siyasi görüşlere göre bölünmesi emperyalizme yarar. Şimdiye dek güzide kuruluşlarımız özelleştirme adı altında yerli ve yabancı sermayeye ilkel birikim şeklinde aktarılmadı mı? Hele şu son palet fabrikası hisselerinin bir bölümünün bir yabancı devlete satılması ya da iktidarın ifadesiyle, yönetiminde ortaklık oluşturulması anlaşılabilir bir işlem olarak görülebilir mi? Şöyle anlatılır ki, ABD’de uzay araştırmalarında üretilen teknolojiyi bizzat Amerikan firmalarına dahi tedrici olarak aktarıyorlarmış. Sebebine gelince, korkuları herhangi bir yabancı firmanın para karşılığında teknoloji satın alma olasılığı imiş.

Sosyalistler, aralarındaki fikirsel ya da sair ihtilaflarını hiç değilse seçim döneminde bir kenara koyup, seçim ittifakı yapamayıp parçalı manzara sergiledikçe, ulusal sağın ve uluslararası emperyalizmin önü açık demektir. Hiç değilse seçim döneminde olsun, sol partilerin birleşik cephe olarak sahaya çıkamamalarını zayıf oy beklentisine yıkmak doğru olamaz. Sol görüş partilerin değil, halkın felsefesidir. Bu felsefenin siyasete taşınması ise partilerin görevidir. Kararlı duruşla seçim ittifakı dahi yapamayan sol partilerin halka bir şekilde hesap verme borcu bulunmaktadır.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...