05 Mart 2019 20:20

Gezi savcısına ve iddianameyi kabul eden mahkemeye bir soru

Gezi savcısına ve iddianameyi kabul eden mahkemeye bir soru

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Gezi Parkı eylemlerine ilişkin Osman Kavala, Can Dündar, Mehmet Ali Alabora, Mücella Yapıcı ve Can Atalay’ın da aralarında bulunduğu 16 kişiyle ilgili hazırlanan ve İstanbul 30. Ağır Ceza Mahkemesince kabul edilen 657 sayfalık iddianame, daha önce sıkça eleştirilen Ergenekon, Balyoz ve KCK iddianamelerindeki mantık ve delillendirme yöntemiyle hazırlanmış.  

Cumhurbaşkanı Erdoğan ve AKP iktidarının bakış açısıyla uyumlu bir senaryodan hareket eden savcı, dayandığı gücün sağladığı konforla, yüzlerce sayfalık olay, olgu, haber, ses ve yazışma kaydını ‘Anlaşılmıştır’, ‘Değerlendirilmiştir’ yüklemleriyle birbirine monte etmiş.

Bir gece boyunca yaptığımız okuma sonunda, daha sonra detaylandırmak üzere, şimdilik iddianamenin mantıksal çerçevesi ve delillendirme yöntemi üzerinde duralım.

Girişinden başlayalım: “Arap Baharı; Arap halklarının demokrasi, özgürlük ve insan hakları taleplerinden ortaya çıkmış; bölgesel, toplumsal bir siyasi ve silahlı bir harekettir. (...) Birçok siyaset bilimci bu eşi görülmemiş halk hareketini, Arap dünyasında yaşanan en büyük değişim olarak adlandırmaktadır. Ülkemizde ise bu olayların farklı bir yansıması ve uyarlaması olarak, hakkında iddianame tanzim olunan şüphelilerce İstanbul Taksim Bölgesi Yayalaştırma Projesi kapsamında, Taksim Gezi Parkı’ndaki bazı ağaçların 27.05.2013 tarihinde başka yere nakledilmesi bahanesi ile başlayan protesto eylemleri, provokasyonlarla birlikte ülke çapında olaylara ve şiddet içerikli eylemlere ve hükümete yönelik bir kalkışmaya dönüşmüştür.” (s.23)

Yani, ‘Arap Baharı’ diye adlandırılan eylemlere dair aslında olumlu atıflarla bir giriş yapılırken, ‘Ülkemize uyarlanması’ diye tarif edilen Gezi eylemleri, kabul edilemez biçimde çerçevelenmiştir. Ardından da uzun uzun Sırbistan örneği veriliyor ve Gezi’nin de benzer saiklerle örgütlendiği iddia edilerek, Türkiye sınırlarına girince bu eylem pratikleri suç haline geliyor.

İddianame, son sayfası olan 657. sayfadaki ‘NETİCE-İ TALEP’ başlıklı tek paragraflık bölüme kadar bunu kanıtlamaya çalışıyor.

Tam burada bir soru soralım. İktidarın müdahil olduğu, komşu ülke Suriye’de silaha dayalı olarak rejimi değiştirme çabaları meşru oluyor da, Türkiye’de silahsız bir kitlesel değişim talebi neden ‘gayrimeşru’ oluyor?

İddianamedeki şu iddialı ifade de ilginç: “Kalkışma hareketinin asıl sebebinin Adalet ve Kalkınma Partisinin izlediği iç ve dış politikalar ve ayrıca ülkemizde inşa edilmeye çalışılan büyük alt yapı atılımları ve projeleri olduğu anlaşılmıştır.” (s.24) Bir iktidarın politikalarını kabul etmeyen kesimlerin tepkilerini sokağa çıkarak ifade etmeleri hangi demokratik teamüle göre suçtur? İddianame savcısı aslında toplam olarak bize şunu söylemiş oluyor: Siyaseti sandığa giderek yapabilirsiniz ya da sokağa çıkacaksanız da, ancak iktidarın politikaları konusunda tezahürat yapmak için çıkabilirsiniz.

İddianamenin ilerleyen bölümlerinde, haklarında ağırlaştırılmış müebbet istenen isimlerden bazılarının Gezi eylemlerinin öncesinde ve Gezi eylemleri sırasında çeşitli ülkelere seyahat ettiklerine dair uçuş bilgileri sıralandıktan sonra, “İsmi geçen şüphelilerin ortak planlı seyahatler yaptıkları” sonucuna varılıyor. Bu kişiler, daha önce ve sonrasında hiç yurt dışına seyahat etmediler mi?

KCK basın davası iddianamesinde de, yurt dışına çıkan gazetecilerin tamamı, Kandil’e giderek talimat almakla suçlanmıştı. İzleme kayıtlarına dair verilerin sonuna ‘Anlaşılmıştır’ yüklemi ekleyerek suç inşa etmeye dayalı bu yöntem, dedikodu ile gerçek arasındaki sınırsız mesafede salınıp duran bir yöntem olarak, bu iddianamenin de en temel unsurlarından birini oluşturuyor.

İddianame savcısının hayal gücüne göre, telefon sinyali kayıtlarından aynı anda aynı kentte, hatta ülkede bulunan ve birbiriyle asla bir bağı olamayacak kişiler hakkında bile, bir eylem ve amaç birliği kurulabilir.

İddianameye hakim olan bağlantı kurma biçimindeki keyfiyete bir başka örnek: “CANVAS’ın internet sitesinde yayımlanan Chronology-OTPOR isimli makalede; “13 Mayıs 2000 – SPS Memuru Bosko Perosevic, Novi Sad Fuar Merkezinin önünde, Merkezin uzun zamandır kapı görevlisi olan Perosevic’in hemşehrisi Milijove Gutovic tarafından öldürüldü, ama Otpor aktivistleri Stanko Lazendic ve Milos Gagic suçlandılar. Protestolarda, 20 Sırp kasabasındaki polis karakollarını ziyaret eden Otpor’lu kadınlar ve anneler pasta getirdiler.’ Gezi kalkışmasında ise; Gezi olayları sırasında bazı göstericiler ile polis memurları arasında çiçek dağıtma olayları yaşanmıştır. Yukarıda gezi kalkışması ile 2000 yılında Sırbistan’da yapılan eylemler sonucu iktidarın devrilmesi ile sonuçlanan olaylar arasında birebir benzerliklerin olduğu bu benzerliklerin tesadüfen gerçekleşmediği, ülkemize gelen Otpor lideri ve Canvas yöneticileri tarafından eğitilen şahıslar tarafından bu prensiplerin birebir uygulandığı tespit edilmiştir.” (s. 46)

Böyle bir bağlantı kurma biçimi bir arkadaşımız tarafından yapılsa herhalde tepkimiz şu olur: Şaka yapıyorsun değil mi?

İddianameden bir başka bölüm de şöyle: “Bu maksatla çeşitli bahanelerle başlatılan eylemlerin, toplumun hemen her kesimi tarafından destek görmesini sağlayacak şekle büründürülerek Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye imkan sağlayacak boyutlara ulaşmasının hedeflendiği bilinen bir vakıa olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu yöndeki faaliyetlerin de dış ülkelerdeki eylemlerle uygulama mantığı yönünden benzerlikleri sebebiyle Gezi kalkışmasını da George SOROS’un ve aynı düşünce amacını hedefleyen odakların ülkemizde mevcut uzantıları tarafından organize edildiği anlaşılmıştır.” (s. 92)

Mantık buysa, Erdoğan’ın Soros ile fotoğrafı ve temaslarından hareketle, AKP’nin de aslında başından itibaren bir ‘Soros projesi’ olduğunu öne süren bir iddianame de yazılabilir. Neden ve sonuç ilişkisi bu kadar ideolojik bir keyfiyetle kurulduktan sonra yapılamayacak şey yok.

İddianamede yer alan yığma bilgiler arasında, yayımlandığı gün çürütülen ‘deliller’ de var. Örneğin, Oda Tv’den Sami Menteş, Osman Kavala’nın cep telefonunda bulunan ve iddianamede, “27/02/2016 tarihinde çekilmiş, Türkiye Cumhuriyetinin toprak bütünlüğünün bozularak sınırların yeniden çizildiği” iddiasıyla yer alan haritanın, arıcılık çalışmaları yapanların yakından bildiği Prof. Dr. F. Ruttner’in 1988’de ilk basımını yapan “Balarılarının biyocoğrafya ve taksonomisi” adlı kitabında yer alan, Ortadoğu’daki arı ırkları haritası olduğunu yazdı.1

Daha sonra daha detaylı olarak devam etmek üzere, yazının başlığına dönerek, iddianameyi hazırlayan savcıya ve kabul eden mahkemeye -yanıtlamalarını beklemediğimiz- bir soru ile bağlayalım. Gerçi, bazılarının hoşuna gitmeyen sorular sorduğumuzda yanıtı dava olarak geliyor ama olsun.

Emniyete göre, Gezi Parkı’nda başlayan ve tüm ülkeye yayılan protesto eylemleri kapsamında, 80 ilde toplam 5 bin 532 eylem gerçekleştirilmiş ve bu eylemlere toplam 3 milyon 600 bin kişi katılmıştı. 2

Meşrutiyet döneminden bugüne kadar Türkiye’de ve aynı zamanda iddianamede sıralanan diğer ülkelerde bu kadar yaygınlıkta, sosyalist partiler, sendikalar, odalar, çeşitli sivil toplum örgütleri, liberaller, ulusalcılar, çevre hareketleri, Antikapitalist Müslümanlar, Kürt siyasi hareketi, işçiler, memurlar, iş çevreleri, doktorlar, mühendisler, mimarlar, müzisyenler, balerinler, sanatçılar, akademisyenler, yazarlar, çizerler, ressamlar, gazeteciler, kadın hareketleri, LGBTİ örgütleri, gençlik örgütleri, sporcular, taraftar grupları gibi daha önce yan yana gelmeyen çok farklı kesimleri, para gücüyle bir araya getirebilmiş bir hareket var mıdır?

1 Sami Menteş, Kavala’nın telefonundaki harita bakın ne çıktı, Oda Tv, 4.03.2019

2 Gezi’ye kaç kişi katıldı?, CNN Türk, 25.11.2013

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...