06 Ocak 2019 01:55

Ağaçların bedenlerinde yaşarlardı

Ağaçların bedenlerinde yaşarlardı

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Akdeniz coğrafyasındaki bütün bitkiler; özellikle ağaçlar, insan gibi canlı varlıklar olarak algılanageldi hep. Çünkü onların gövdelerinde ve yapraklarında, Driyadlar denen peri kızları yaşardı! Bu güzel mi güzel peri kızları, bedenlerinde bulundukları ağaçlarla birlikte yaşar ve bütün canlılar gibi günü geldiğinde toprağa karışıp özsuya dönüşürlerdi. Sonra da kökler aracılığıyla emilip diğer bitki bedenlerine geçerlerdi yeniden. Böylece Driyadlar, bedenden bedene geçerekten, yaşamlarını sürdürüp giderlerdi.

GECELERİ EZGİLER SÖYLERLERDİ

Geceleri karanlık iyice bastığında onlar; yaşadıkları o gür ormanlardaki ağaç bedenlerinden ayrılıp el ele tutuşurlar, birlikte söyledikleri çok ince ve dokunaklı bir ezginin eşliğinde oyunlar oynarlar ve yaşam denen o evrensel hazineyi, ürpertici bir sevinç çığlığına dönüştürürlerdi. Sonra da ayrıldıkları ağaçların ve bitkilerin bedenlerine yeniden geri dönerlerdi.

O yüzden insanlar gibi aşkları, sevinçleri ve gözyaşları olan ağaçların ve büyük ormanların bol olduğu Akdeniz ülkeleri; bütün canlılarda var olan yaşama sevincini dillendiren tiyatrolar ve stadyumlarla dolup taşıyordu. Çünkü Akdeniz ülkelerinin dağından denizinden yaşama sevinci püskürürdü hep!  Gene o yüzden soylu ozanların alınlarını defne dalından, yengi kazanmış sporcularınkini ise zeytin dalından çelenklerle süslerdi oralı halklar.

GÜNEŞE VE ONUN IŞIĞINA AŞIKTI

O yüzden eskiçağda ormanlar; insanların simgeleri olarak algılanırdı hep. Buna karşın Mısır coğrafyasında örneğin; orman yokluğu yüzünden, yaşam ve ölümsüzlük mumyalanıp mezarlara, ehramlara gömülmüştü hep.

İşte Akdeniz ülkelerinin birinde bir zamanlar, Kliti adında güzel mi güzel bir kız yaşıyordu. Kliti, çok zaman tek başına kendi tarlalarına gidip gezer tozar; çiçeklerle böceklerle oynaşır, sonra da çimlerin üzerine uzanıp gün boyu gökyüzünde ağır ağır yol alan güneşi izlerdi. Çünkü Güneş’e ve onun ışığına âşıktı güzel Kliti! Ne var ki uzun süre gökyüzüne bakamazdı; çünkü gözleri yanar sulanırdı.

Bir gün Kliti, sevip âşık olduğu Güneş’in atlı arabasında tanrı Apollon’un da oturduğunu öğrendi sabah yıldızından. Bu arada Kliti’ye tutulan Apollon da, kendisini gökyüzünde izlerken onun gözlerini yakıp sulandırmaz oldu. Bu yüzden de Kliti artık her gün gözleriyle tanrı Apollon’u akşama dek güneşin arabasında izlemeye ve karşı dağın arkasına çekip giderken ertesi sabah buluşmak üzere vedalaşmaya başladı. Bir süre sonra Kliti’ye sırılsıklam âşık olan ışık tanrısı Apollon da, hep beni gözleriyle izlesin diye bu güzel sarışın kızı, sapsarı bir çiçeğe  dönüştürüverdi! Ve bu güzel sarı çiçeğe, “güneşçiçeği” adını taktı yöre halkı. Ama kimileri de “ayçiçeği”  yada “gündöndü” diyordu. İşte bu sarı çiçek, ta o zamandan beri güneşten yüzünü ve gözlerini ayırmaz oldu. Artık gökyüzünde Güneş nereye giderse, o da onu hep başıyla ve bakışlarıyla izliyordu.

İKİ KIZKARDEŞİN SERÜVENLERİ

Gene bu güzeller güzeli Kliti’nin yaşadığı serüvenler gibi, aynı coğrafyada yaşayan Driyope ile İole adlı iki kız kardeşin serüvenleri de hiç düşmezdi dillerden. Bu kardeşlerden Driyope evliydi ve bir de bebeği vardı. Bir gün bu iki kız kardeş, bebekleriyle birlikte köyün ortak pınarına su almaya, biraz gezip tozmaya çıktılar.

AĞAÇLARDA YAŞAYAN BİR DRİYAD

Pınara geldiklerinde kucağındaki bebeğiyle oynarken Driyope, yanında tepeden tırnağa çiçek açmış limon ağacından bir dalı, ne yaptığının bile ayırdında olmadan çekip koparıverdi! Ne var ki dalın koptuğu yerden ağacın kanı olan özsuyun damla damla akmaya başladığını görünce eli ayağı birbirine dolaştı! Çünkü ağacın bedeninde yaşayan Driyad’ın çığlığını da duymuştu. Haliyle korkuya kapılıp kucağındaki bebeğiyle birlikte canhıraş kaçmaya başladı. Ama pek fazla uzaklaşmamıştı ki, aniden toprağa gömülmeye başladı ayaklarıyla. Bir eliyle çocuğunu sıkıca tutmaya çalışırken öteki eliyle de; “Eyvah, ben ne yaptım?” diye saçını başını yolmaya başladı. Ne var ki eline bakınca bir tutam limon yaprağı vardı saç yerine avucunda. Ağlayan bebeğini emzirmek isteyince de, memelerinin katılaştığını ve sütünün kesildiğini gördü! Yanına koşarak gelen kız kardeşi İole; gittikçe dal budak sarıp ağaçlaşan kız kardeşine sarılıp hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. Az sonra da bütün bedeni kabuk sarmaya başladı Driyope’nin. Zarzor; “Hiç de günahım yok benim!” diye bir şeyler söylemeye çalıştı. "Çocuğumu alın hemen! Bir süt nineye verin. Sık sık onu dallarımın altına getirin. Gölgemde koşup oynasın; burada yanımda büyüsün! Ama ağaçların dallarını, yapraklarını koparmasın sakın! Onlar da benim gibi bir anadır.”

Sözlerinin burasında sustu... Çünkü yüzünü, dudaklarını bir kabuk sarıp kapatmıştı!

Driyope de artık yoldaş edindiği bütün ağaçlarla birlikte yapraklarını avuç içi gibi açıp gün ışığıyla besleniyor, onlarla birlikte çiçeklenip meyveleniyor; dallanıp budaklanıyordu.

Gölgelerinde bütün çocuklar güle oynaya büyüsünler, ağaçları hep sevsinler diye...

NOT: Bütün okurlarımın yeni yılını, en içten dileklerimle ve sevgiyle kutluyorum...

***

Mitolojiyle ilgilenen okurlarımıza, aşağıdaki kitapları öneriyoruz:

-  Akdenizli Tanrılar (Yaşar Atan)

-  Akdeniz Mitologyasındn Efsaneler (Yaşar Atan)

-  İnsan ve Tragedya (Andre Bonnard - Çev. Yaşar Atan)

-  Küçük Prens (Saint Exupery – Çev. Yaşar Atan)

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...