Müktesebat solculuğunun ‘barış’la derdi!

30 Ağustos ve 1 Eylül’den geçtik, birbirini izleyen iki yıldönümünden... Tarihsel referansları bakımından ortak paydaları var sayılabilecek; ama yapısal-kurucu bazı niteliklerini ‘kırmızı çizgi’ bellemiş askeri-bürokratik iktidar geleneğince ‘ters’ zeminlere oturtulmuş iki ‘dönüm’...

Nesnel bir tarih okuması için gerekli olan spesifik boyutları şimdilik cepte tutarak söyleyelim; en kestirme haliyle “devletin 30 Ağustosu” ve “halkların 1 Eylülü” şeklinde yansıyor, söz konusu ‘terslik’! Bu haliyle, geçtiğimiz “Zafer Bayramı” ile “Barış Günü”, sınıf egemenliği de dahil, kendi varlık nedenini halkın gerçek ihtiyacının önünde perdelemiş bir devlet ahvalinin de aynası oluyor. Barışçıllığın zerresinin sızdırılmadığı yüksek doz ‘herkes bize düşman’ formatındaki ‘zafer’ hamasetinin, düçar olunmuş ve çözülememiş sorunların baskısıyla yaşanan ‘daha geriye doğru’ çözülmeyi’ önleyemediği ise ayrı bir gerçek elbette.

Olsun ama, kuruluştan çözülüşe varan bu yolculuğun, ‘kuruluş’ harcına içkin ve dediğimiz gibi ‘kırmızı çizgi’ diye hep korunan temelleri var.

Direksiyonunda kim olursa olsun, örneğin ‘Barış’ demeyi kriminalize eden  iktidar geleneği esas olarak hiç değişmiyor!

Bugün çok daha böyle!...

Savaş eksenli iç ve dış politikanın kapsama alanının giderek genişlediği bir fotoğraf var önümüzde.*

...

Aslında ‘resmi dil’de hep eğreti durmuş o düstur, “yurtta sulh, cihanda sulh”, sizlere ömür! Ağızlara alınmıyor artık.

Ve ‘barış’ demek, elbette daha zor şimdi!

Çok daha önemli ama...

Birincisi, yakıcı bir savaş iklimiyle kuşatılmışken, barışı dillendiriyor olmanın bile başlı başına bir özgülağırlığı vardır...

İkincisi, savaşa saplanmış devlet politikasının tamamen elini çekmesiyle, ‘barış’ın gerçek savunucuları daha bir netleşmekte, barış mücadelesi daha da değerlenmiş bir ‘mevzi’ haline gelmektedir.

Hep resmi konseptlerin dolaylı-dolaysız vizelerine endeksli, deyim yerindeyse, ‘tatlı su barışçılığı’nın rafa kalktığı böylesi ‘zor’ dönemlerde, tarihsel-güncel bağlamlarıyla anlamlandırılmış gerçek barış savunuculuğu hem daha önemli hem daha değerlidir...

Doğru konuşmak için hiç de eğri oturmaya gerek yok:

Bugün Kürt meselesini tartışma, konuşma kanalları çok çok daraltılmış durumda ve buna bağlı olarak ‘barış’ talebinin dile getirilmesinde de epeyce bir irtifa kaybı yaşanmakta...

...

Bu durumdan hiç rahatsızlık duymayan solcular da var ama...

‘Barış’ vurgusunun ‘tedavülden’ çıkıyor olmasından neredeyse sevinç duyanlar...

‘Barış’ denilince çok da yüz vermeyip dudak büken, barış savunuculuğunun sınıf mücadelesinin aleyhine olduğunu tekrarlaya gelen, konuya dair müktesebatı ‘kapitalizmde barış olmaz’dan ibaret, bir tür ‘müktesebat solculuğu’...

Hiç kuşku yok ki, 'kapitalizmde barış olmaz!'

Ne sınıfsal, ne toplumsal...

Evet ama 'barış mücadelesi' olur, oluyor zaten!

Barış, kendisini ihtiyaç haline getirmiş koşulları değiştirme eyleminden koparıldığında, boşlukta çınlayan hoş bir sedadan başka nedir ki zaten?

Bir mücadele konusudur, barışı ihtiyaç haline getiren koşulları değiştirme mücadelesi...

1 Eylül 2018 Türkiye'sinde  yapılacak bir 'barış' tartışmasının, ‘barış talepli bir barış mücadelesi’ni gözardı etmesi mümkün müdür? Yine, ‘barış’ dendiğinde, onunla sıkı sıkıya bağlı (Kürt sorunu gibi) 'özgün' dolayımların hesaba katılmadan hüküm verilmesi, bırakın başka şeyleri, hayatı ıskalamak değil midir?

...

Bahsedilen sınıflar arası barış değildir elbette. 

Bir bölgesindeki orman yangınlarının bile "güvenlik" nedeniyle korunup kollandığı, yıllardır resmi 'yangın envanterinde' yer bulmadığı bir ülkeden bahsediyoruz sonuçta!

Yakılan sadece ormanlar mı deyip çok yakın tarihin trajik icraatlarını hatırlatacağız ama o bahse hiç girmeyelim şimdi!

Resmi envantere dahil edilmeyen de sadece yangın olsa iyi; kabul edilmeyen dil, kimlik, ‘sözde vatandaşlar, silahsız terör...’ icatları,  seçilmişlere kayyım!...

Saymakla bitmez bir hikâyedir, bilenler biliyor zaten.

Bu ülkenin son kırk yılına hükmetmiş çok boyutlu bir savaşın içinden türemiş, oradan nesnel-öznel zemin bulmuş ‘barış’ talebi, ‘kapitalizmde barış olmaz’ genel doğrusu öne sürülerek buharlaştırılabilir mi?

Söz konusu Türkiye ve ‘barış’ ise, bazı müktesebat doğrular, Kürt sorununa içkin, çok daha ‘özgün’ okumalar gerektiriyor olsa gerek.

Evet, keşke daha çok konuşulsa 'barış', halklar daha çok dillendirse...Sınıf mücadelesi de halkların barış ihtiyacına yanıt verildikçe daha bir gürbüzleşip, boy verir...

Merak edilmesin lütfen!

*Konuya dair iki güncel yazı:

https://www.evrensel.net/yazi/82168/iceride-ve-disarida-barisa-daha-cok-ihtiyac-var

https://www.evrensel.net/haber/360272/barisa-ihtiyacimiz-var-cunku

Evrensel'i Takip Et