Osmanlı ve Cumhuriyet anayasalarında insan hakları
1808’de Sened-i İttifak ile başlayan anayasal metinlerde insan hakları konusu, güncelliğini koruyor. Anayasalardan beklenti yüksek. Ta 1800’lü yıllardan beri böyle.
“İmparatorluğun En Uzun Yüzyılı” adlı eserinde İlber Ortaylı, 1800’lü yılları anlatır (Timaş Yayınları, 2017). O dönemde, Osmanlı padişahları, aydınlar, Osmanlı bürokrasisi ve Osmanlı toplumu modernleşme sürecinin bir parçasıdır. Devletin uluslararası ilişkileri ise çok belirgindir. Söz gelimi 1856 Islahat Fermanı, Paris Antlaşması’nın hemen öncesinde kabul ve ilan edilmiştir. Önemli ölçüde azınlık hakları tanınmıştır. 1856 Paris Antlaşması Osmanlı’nın bir Avrupa Devleti olduğunu kabul ve ilan eden antlaşmadır.
Bu yüzyılda ortaya çıkan 1808, 1839, 1856, 1876 anayasal kıymetteki metinlerinde, insan hakları anlayışındaki gelişmeleri görmek mümkün. En başta bütün bir süreç padişahın mutlak iktidarına sınırlama girişimlerini anlatır. Bireylerin, dini toplulukların hak sahibi oluş sürecidir, olan biten.
Son iki yüzyıl Türkiye’nin sancılı modernleşme tarihini gösterir. Devlet ve toplum hayatı ile devletin uluslararası ilişkileri (devletin dış politikası), insan hakları ve özgürlüklerinin şekillenmesinde temel alınması gereken boyutlar. 1800’lü yılların en son ve en ileri anayasal metni 1876 tarihli Kanun-ı Esasi’dir. Ancak 2. Abdülhamit bu anayasayı imzalamış ve hemen birkaç ay sonra 1877 yılında askıya almıştır. Ne zamana kadar sürmüştür bu askıya alma işi, biliyor musunuz? 1908 yılında 2. meşrutiyet ilan edilinceye kadar. Yani anayasa var ve fakat 1877-1908 döneminde 31 yıl boyunca askıdadır. İmzalayan sonra askıya alıyor. İşte bu yüzdendir en çok da Abdülhamit döneminin istibdat dönemi olarak anılması. İşte bu yüzdendir, “Kahrolsun istibdat, yaşasın hürriyet” sloganının atılma nedeni. Anayasa ve yasalar askıya alındığında keyfilik dönemi başlar. 2. Abdülhamit bugünden bakınca tipik kalkınmacı anlayışı temsil eder. En çok yatırımların, inşa faaliyetlerinin olduğu bir dönemdir dönemi.
Profesör Dr.Kemal Gözler, birkaç gün önce, 6 ağustosta çıkan 1274 sayfalık “Türk Anayasa Hukuku” adlı eserinde bu iki yüzyılda hazırlanmış olan anayasal metinleri tek tek inceliyor ve aktarıyor. Harika bir başvuru kaynağı. Doğal olarak da anayasal metinlerde, insan hak ve hürriyetleri konusu da yer alıyor. Zaman içerisinde hak ve özgürlüklerin hangilerinin, ne ölçüde ve nasıl yer aldığı ve hakların ve özgürlüklerin korunması için ne tür usul ve mekanizmaların öngörüldüğü de yer alıyor.
Osmanlı’dan günümüze, anayasalardaki gelişmelere dair değerlendirmelere, tarihsel boyutu ile, Bülent Tanör’ün “Türkiye’nin İnsan Hakları Sorunu” adlı kitabı ışık tutar. Kitabın 3. bölümünde yer alan, “İhlallerin hukuk ötesi boyutları” ana başlığı altında, “batılı olmak, üçüncü dünyalı olmak, Türkiyeli olmak” başlıkları altındaki bilgi ve değerlendirmeleri ve “bazı vargılar” başlıklı bölümü çok önemlidir (s.255-339).
1961 Anayasası özgürlükler anayasası olarak nitelenir çoğu hukukçu ve siyaset bilimci tarafından. Fakat insan hakları düşüncesi bakımından şöyle de yaklaşmak mümkündür. Anayasa, 1971 değişikliği ile Milli Güvenlik Kurulunu devletin merkezine yerleştirmiştir. Nasıl Osmanlı döneminde 1830 Fransız İhtilali (1789 Fransız İhtilali yanında) ve 1832 İngiltere ıslahat hareketi etkide bulunmuşsa (Bahri Savcı, Türk Devletinde Tarihi Akışı İçinde İnsan Hakları), 1945 sonrası Dünya ve Avrupa’daki değişme ve gelişmeler (BM İnsan Hakları Evrensel Bildirisi, Avrupa Konseyi Kuruluşu ve AİHS’nin ilanı, Türkiye’nin bu kurumlara ve belgelere taraf oluşu) 1961 Anayasası’nda da olumlu anlamda, ifadesini bulmuştur. Bireysel haklar bakımından ( medeni ve siyasi,ekonomik,sosyal ve kültürel haklar bağlamında) bir bütün olarak 1961 Anayasası, 1924 Anayasası’na göre, çok ileri noktalarda düzenlemeler içerir.27 mayıs askeri darbesi elbette olumlu, meşru olarak görülemez.
Ancak çoğulculuk ilkesi açısından ( düşünsel, etnik ve dini çoğulculuk) hâlâ aşılamamış bir sorun vardır 1961 ve sonrasındaki anayasalarda.
Söz gelimi, Kürt yoktur, yerinden ve yerel özerklik yoktur, etnik ve dini azınlıkların kendileri ve hakları yoktur anayasalarda.
Düşüncelerin, dillerin ve kültürlerin yasaklanmışlığı sürmektedir, geleneksel olarak. En ileri dediğimiz anayasalarda bile…
Evrensel'i Takip Et