12 Mart 2018 01:00

Özelleştir-me

Özelleştir-me

Fotoğraf: Envato

Paylaş

ABD’nin Cargill firması da, şeker fabrikalarını özelleştirme politikası da yeniden gündemde. ‘Yeniden’ diyoruz çünkü her iki konu da geçtiğimiz  yıllar içinde aleyhlerindeki yargı kararlarıyla sıkça gündem oldular.

Fabrikasını 1. derece tarım arazisine kuran ABD tekeli Cargill’in faaliyetlerini durdurmasına yönelik mahkeme kararları, arazi statüsünün değiştirilmesi yoluyla aşıldı. Şeker fabrikalarının özelleştirilmesi ise Danıştay’ın 2008- 2010 yılları arasında verdiği birçok kararla durduruldu. İhale şartlarında yapılan değişiklikler Danıştay’ın kararını değiştirmedi.

Bugün ise 696 sayılı KHK ile Şeker Kurumunun kapatılmasının ardından 14 şeker fabrikasının özelleştirilmesi yeniden gündemde.

Konunun spesifik olarak ABD menşeli bir firma ekseninde tartışılmasının nedeni ise basına yansıyan bir rapor. Buna göre nişasta bazlı şeker üreten Cargill firması, Ocak 2018’de hazırladığı bir raporda şeker fabrikalarının özelleştirilmesini, kotaların kaldırılmasını ve kamunun yapacağı her türlü çalışmaya “paydaş” olmayı istiyor. Dahası şeker fabrikalarının özelleştirilmesi halinde Türkiye’nin büyüme hızının yükselip, istihdam ve ihracatının artacağını söylüyor.

Yani Cargill’in böylesi bir rapor hazırlamış olmasının, buradaki taleplerin gerçekleşmesi halinde Türkiye şeker piyasasının yaklaşık yarısını kontrol edebilecek olmasıyla hiç ilgisi yok(!) Tek düşündüğü; memleketimizin ulusal, toplumsal ve kamusal çıkarları(!)

Bu arada geçersizliği pek çok ampirik bulgu ve akademik çalışmayla ortaya koyulan bu iddiaların sadece Cargill’e ve şeker fabrikalarının özelleştirilmesine yönelik olmadığının da altını çizelim. Sermayenin mülkiyet biçimi ile verimliliği arasında herhangi bir ilişki bulunmadığını gösteren onca sonuca karşı özelleştirmelerin ekonomik büyüme/verimlilik ekseninde savunuluyor olmasının başlıca nedeni ise sınıfsal niteliğini gizlemek.

Bir başka deyişle, sermayenin sınıfsal çıkarlarını geliştirmek üzere gündeme gelen politikaları sanki “ortak çıkar”mış gibi yansıtma kaygısı. Ya da özelleştirmenin beraberinde getirdiği işsizlik ve sendikasızlaştırmayı sanki “arızi”miş gibi gösterme çabası.

Bununla beraber özelleştirme karşıtlığını sadece satış bedeline indirgeyen, “kurumlarımız yok pahasına elden çıkıyor” yakınmasının ötesinde söyleyecek sözü olmayan bir muhalif anlayışın da bu algıya katkı sağladığını unutmayalım.

Zira ne kurumların yok pahasına satılması bir çelişki, ne de satışın en verimli olanlardan başlatılması. Her ikisi de özelleştirme politikalarının işleyiş prensibi. Bizlere bunun “çelişki” olduğunu düşündüren ise meselenin sınıfsal niteliğini göz ardı etmek.

Öte yandan kamu ve özel kesim arasındaki dengenin özel kesim lehine bozulması anlamına gelen özelleştirme politikaları, ulusal sınırlar içinde yabancı sermayenin önündeki tüm engellerin aşılması bakımından da elzem. Çünkü bu çerçevede yabancı sermaye için kamu otoritesinin ekonomi politikası kararlarını etkisizleştirebilmek mümkün hale geliyor.

İşte ABD tekeli Cargill’in kamunun yapacağı çalışmalara “paydaş” olma muradını ve haksız rekabet hezeyanının boyutlarını tam da bu çerçevede değerlendirmek gerekiyor.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa