‘Ekstraktivist’ model ve çevreci muhalefet
Fotoğraf: Envato
Küresel kapitalist iş bölümünün çeperinde yer alan ekonomilerin, kapitalist birikimin devamlılığını ve ekonomik büyümeyi sağlamak için en sık başvurdukları yöntemlerden birisi mevcut doğal kaynakların dünya piyasalarına olabildiğince fazla sunulabilmesidir.
Ekstraktivist model olarak da adlandırabileceğimiz bu yöntem, teoride devletlerin bütçe gelirlerini arttıracak, dış ticaret açıklarını dengeleyecek, iş olanakları yaratarak işsizlik ve yoksulluk ile mücadeleye yardımcı olacak ve yan sektörlerle birlikte ekonomik kalkınmada ve toplumun genel refahında bir iyileşme sağlayacaktır. Ancak gerçekte ve özellikle de Latin Amerika örneğinde durumun çok farklı olduğunu görmekteyiz.
Doğal kaynakların üst-sömürüsüne dayanan, hammadde ihracatını merkeze alan bir ekonomik modelin ne birikimi arttırdığı ne de bu modelin uygulandığı ülkelerde toplumun genel refahında herhangi bir iyileşmeye yardımcı olmadığı açık. Ama aynı zamanda bu modelin büyük maliyetleri de var. İlk olarak, küresel piyasalara endüstriyel tarım ürünleri üretmenin, değerli maden çıkarmak ya da yeşil ekstraktivizm olarak da adlandırılan büyük projeleri içinde barındıran yenilenebilir enerji yatırımlarında bulunmanın, önemli toplumsal maliyetleri bulunuyor. Özellikle Arjantin, Brezilya ve Kolombiya’da gördüğümüz büyük tarım şirketleri soya, mısır ve palm yağı gibi hayvancılıkta ya da biyodizel üretiminde kullanılan tarımsal ürünlerin ekimi için büyük arazilere ihtiyaç duyuyor ve bunun için de sürekli olarak kırsal nüfus ile mücadele ediyorlar. Bu mücadelenin kaybedeni köylüler oluyor, devlet aygıtı da bu ulus-aşırı şirketlere ve onların yerel uzantılarına karşı bir tutum sergilemiyor hatta onlara yardımcı oluyor.
İkinci olarak da bu tarımsal ürünlerin ekimi için Amazon başta olmak üzere birçok ormanlık arazi yok ediliyor, yerli topluluklar göçe zorlanıyor, genetiğiyle oynanmış organizmalar, kullanılan yüksek miktardaki kimyasallar halk sağlığını ve biyo-çeşitliliği doğrudan tehdit ediyorlar. Ormanlık alanlar bir yandan da artan illegal ormancılık faaliyetlerinin yaygın olması tehdidi ile de karşı karşıya bulunuyorlar.
Latin Amerika’daki değerli madenlerin özellikle son yirmi yılda doğrudan yabancı sermaye yatırımları arasında önemli bir yer edindiğini belirtmek gerek. Özellikle Kanada, ABD ve Çin menşeili birçok ulus-aşırı şirket, bölgede madencilik faaliyetlerini arttırmış durumda. Ancak son yıllarda küresel ekonomik krize bağlı olarak emtia fiyatlarında yaşanan düşüş aslında bu sektörde yapılan yabancı sermaye yatırımlarının ekonomik gelişim açısından güvenilmez bir kaynak olduğunu ortaya koysa da, küresel olarak inşaat malzemelerine duyulan talep bu sorunlu sektörü de ayakta tutuyor.
Aynı durumun yeşil ekstraktivizm için de geçerli olduğunu söylemek mümkün. Özellikle büyük hidroelektrik santrallerin ve barajların inşaatı ve mega-rüzgâr enerjisi santrallerinin kurulmasına yönelik yatırımlar hem önemli ölçüde yerli halkları yaşam alanlarından ediyor ve göçe zorluyor hem de birçok sulak alan ortadan kaldırılarak dünyada biyo-çeşitliliğin en yoğun olduğu bu bölgede ekosisteme karşı tehdit oluşturuyor.
Ulus-aşırı sermayenin Latin Amerika’daki doğal kaynaklara yoğun bir biçimde saldırması, bu saldırıya karşı önemli bir mücadele hareketini de beraberinde getirirken, bölge aynı zamanda çevreci muhalefetin ağır bedeller ödediği de bir yer haline de geldi. Küresel Tanık (Global Witness) adlı uluslararası örgütün İngiliz The Guardian gazetesi ile birlikte yeni yayınlamış olduğu rapora göre, 2017’de tüm dünyada öldürülen toplam çevreci muhalif sayısı 197 iken Latin Amerika en çok aktivistin hayatını kaybettiği bölge oldu. 2017’de ilk defa tarım şirketlerine karşı mücadele ederken öldürülen muhalif sayısı maden şirketlerine karşı mücadele ederken öldürülenleri geçti; Brezilya 46 cinayetle çevreci mücadelenin en tehlikeli olduğu ülke haline geldi. Brezilya’yı, FARC’ın silah bırakmasının yarattığı politik boşlukla hız kazanan toprak çatışmalarının yaşandığı Kolombiya izliyor. Meksika, Peru ve Honduras ise ekolojik mücadelede yer alanların ölüm tehdidi ile yaşadığı diğer bölge ülkeleri olarak karşımıza çıkıyor. Honduraslı ödüllü çevreci Bertha Cáceres’in 2016 yılında bir hidroelektrik projesi yüzünden öldürülmesinin ardından, aynı ödüle sahip olan Meksikalı Çevreci Isidro Balenegro Lopez’in 2017’de öldürülmüş olması, çevrecilerin karşı karşıya bulundukları tehdidi daha görünür kılıyor.
Tüm bunları göz önünde bulundurduğumuzda, ulus-aşırı şirketlerin ve yabancı sermayenin bölgede hem ekonomik kalkınmaya hem de toplumun genel refahına büyük tehdit oluşturduğunu ve bu tehditlere karşı mücadele eden bireylere karşı acımasız davrandığını söylemek mümkün. Ulus-aşırı endüstriyel tarım şirketlerinin, madencilik ve enerji şirketlerini aşan bir oranda saldırganlaşmakta olduklarına da dikkat çekmek gerekiyor.
- Chavez'in gölgesinde genel seçimler 18 Mart 2024 05:00
- Güvenlikçiliğin gizemli çekiciliği 04 Mart 2024 04:30
- Tempus Veritatis 19 Şubat 2024 04:45
- Küba’dan Arjantin’e bölgeden notlar 05 Şubat 2024 04:10
- Milei'in birinci ayı 22 Ocak 2024 04:35
- Gelgitler arasında ABD-Venezuela ilişkileri 08 Ocak 2024 04:30
- Yeni yıla girerken Latin Amerika... 25 Aralık 2023 04:22
- Maduro’nun Guyana seferi 04 Aralık 2023 04:20
- Milei ve sınıfsal ajandası 21 Kasım 2023 04:42
- Göç ve değişen göç politikaları 13 Kasım 2023 03:45
- Arjantin'de ikinci tur 30 Ekim 2023 04:10
- Aşırı sağın emin adımları 16 Ekim 2023 04:15