18 Ocak 2018 01:11

Suriye politikasına Afrin yaması…

Suriye politikasına Afrin yaması…

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Suriye, Türkiye’nin en önemli iç siyaset konularından biri olmayı sürdürüyor. 2011’den beri demokrasi ve insan hakları söylemlerinden “Sünni kardeşlerimiz katlediliyor” yaygaralarına kadar mümkün olabilecek bütün başlıklar altında iç politika ile Suriye konusu eklemlendi. 

Birçok kez Suriye’de kanlı vekalet savaşının yerini iç siyasi yapının yeniden dizaynı aşamasında girişilen yeni bir savaşa bıraktığını vurgulamıştık. Suriye’deki vekalet savaşına taraf olan her bir ülkenin kendi ajandasına göre siyasi düzeyde vekalet savaşı da değişiklik gösteriyor haliyle. ABD, Rusya ve İran güç pekiştirip nüfuz alanlarını derinleştirmeye girişmiş durumda. Türkiye’nin hamleleri ise “Şam’da bayram namazı kılacağız, Halep zaten bizimdir” hevesleri ile girişilen sürecin kaybedenler kampında yer alanlardan biri olarak zararı en aza indirmekten ibaret.

Memleketin on yıllardır kanayan ve kanatmaya müsait (tutulan) yarası Kürt sorunu üzerinden Afrin operasyonuna dair “milli seferberlik havasından” biraz sıyrılıp sahadaki duruma göz atalım.

Afrin’e operasyon yapılabileceğinin duyurulmasından beri medyada ve resmi açıklamalarda “Afrin ele geçirilirse Suriye’deki siyasi-silahlı Kürt oluşumlar büyük darbe alır/çöker” söylemi öne çıkıyor. Bu söylemin operasyona kamuoyu desteği sağlamak dışında pek gerçekçi olmadığı söylenebilir. Şöyle ki; Suriye’de Kürtlerin ana gövdesini oluşturduğu siyasi yapı Haseke’den Fırat Nehri’ne kadar olan bölgede yoğunlaşıyor. Rakka operasyonu ile birlikte Haseke’den Irak sınırı boyunca Suriye içine açılan Kürtler ekonomik değeri yüksek genişçe bir bölgeyi kontrol ediyor. Petrol bulunan ve tarımsal üretime elverişli olan bu bölge Afrin’in de olduğu Fırat’ın batısında kalan kısma göre elde tutmaya/ilerlemeye çok daha müsait. 

Cerablus’tan Afrin’e uzanan Fırat’ın batısında kalan kısım birkaç yıl önce onlarca silahlı grubun bulunduğu sürekli el değiştiren bir alanken bu grupların Halep’ten çıkarılıp İdlip’te yığılması ve Rusya desteğinde Suriye ordusunun ilerlemeye başlaması ile bu bölgede daha stabil bir süreç başladı. Yani Türkiye’de sıkça dile getirilen “Kürtlerin Akdeniz’e açılması” gibi olasılık mevcut haritaya göre olası değil. Bu durumun, yani Kürtleri Akdeniz’e ulaştıracak şartların oluşmasının da yeni bir savaş dahil çok sürpriz gelişmeler olmadığı sürece değişmesi de olasılık dışı.

Diğer taraftan Türkiye’nin temas kurmak için askeri operasyonlar dışında bütün seçenekleri şiddetle reddettiği Suriye Kürtlerinin kontrolü altındaki Fırat’ın doğusunda kalan bölgeye göz atalım; 

Kürtler Haseke’den başlayıp Kamışlı’yı da içine alarak Fırat Nehri’ne kadar Türkiye sınırı boyunca uzanan büyük bir bölgeyi uzun süredir kontrol ediyor. Türkiye sınırı boyunca yüzlerce kilometre devam eden bu bölge Rakka operasyonu sonrası Irak sınırı boyunca uzanan bir bölgeyi de içine alarak üçgen oluşturuyor. Afrin, Kürtlerin siyasi ve askeri açıdan merkezi olan bu üçgen bölge ile kıyaslandığında öncelik listesinin epey altında görünüyor.

Sınır ötesi askeri operasyona girişecek kadar büyük bir tehdit algısının yaratıldığı böylesi bir havada, “Kamışlı dururken neden Afrin?” sorusuna saha gerçeklerine ve mantıklı bir dış politik duruşa uygun cevap almak pek mümkün değil. 

Biz sahadaki duruma dönelim; YPG, yerel güçlerden oluşan Suriye Demokratik Güçlerinin (SDG) omurgasını oluştursa da Fırat’ın batısındaki bölgelerde çok görünür değil. Türkiye, giriştiği askeri operasyonu Fırat’ın batısı ile sınırlı kalacak şekilde istediği kadar genişletse de yerel Arap güçlerden müteşekkil silahlı yapıları veya yine yerel isimlerden oluşan sivil yönetimlerin olduğu bölgeleri vurmayı göze alamayacağına göre, Afrin’den Fırat Nehri’ne kadar olan bölgede YPG’ye veya PYD adı altında sembolleştirilen Kürt siyasi oluşumuna nasıl bir “Ağır darbe vurmayı” planlıyor, henüz bilinmiyor.

Fırat’ın doğusunda açıktan silah desteği de dahil olmak üzere Kürtlerle (şimdilik) geniş bir müttefiklik ilişkisi yürüten ABD’den, “Afrin bizi ilgilendirmez” mealinde açıklamalar geldi. Bu açıklamaları, “ABD de Kürtleri sattı” şeklinde yorumlamak şimdilik Türkiye’nin (Operasyon öncesi kamuoyu algısı yaratmak için kullanışlı olması açısından) işine gelse de “Afrin’in önem açısından listenin altlarında olduğu” şeklinde okumak saha gerçeklerine daha uygun.

“O zaman neden Afrin?” sorusunun cevabını Türkiye’deki söylemlerden sıyrılıp İdlip’teki son gelişmeleri takip ederek bulmaya çalışmak daha sağlıklı sonuçlara götürüyor. Çünkü;

-Suriye’de IŞİD karşıtı mücadele sürerken Rusya ve Suriye ordusu İdlip’e operasyon yapıp gücünü bölmek yerine Halep dahil ülkenin geri kalan bölümlerindeki radikalleri İdlip’te toplamayı tercih etti.

-Rusya ve Şam, Türkiye sınırındaki İdlip sorununu “Türkiye’nin sorunu” olarak değerlendirdi. Türkiye’nin desteklediği ve radikal olduklarını uzun süre kabul etmediği bu grupların İdlip’ten çıkarılması sorunun çözülmesine yetmeyeceği gibi kenti sürekli bir çatışma bölgesine çevirebilirdi. Bu nedenle, İdlip operasyonu Türkiye ile asgari düzeyde siyasi uzlaşı sağlandıktan ele alınmak üzere ertelendi.

-Astana süreçleri ile gelen İdlip’teki çatışmasızlık bölgeleri çözümü Türkiye’de “kazanım” olarak aktarılsa da aslında Türkiye’nin İdlip’teki durumu “sorun” olarak değerlendirip buradaki grupların radikal olduğunu kabul ettiği yani “Türkiye ile asgari düzeyde de olsa siyasi uzlaşma” noktasına çekildiği eşik oldu. Son olarak Rusya’nın Lazkiye’deki askeri üssüne İdlip’ten havalandığı öne sürülen insansız hava araçları ile yapılan saldırı Türkiye’nin manevra alanını biraz daha daralttı. Rusya bu saldırıların “Türkiye’nin garantör olduğu grupların bulunduğu bölgelerden yapıldığını” öne sürüyor. Yine Rusya’dan yapılan açıklamalarda “Türkiye’nin bu saldırılara dahli olmadığı” belirtiliyor ki, Türkiye’nin böylesi bir saldırıya azmettirmesi pek olası değil. Ancak eğer saldırı Rusya’nın iddia ettiği gibi Türkiye’nin garantör olduğu bölgelerden yapılmışsa, Türkiye’nin garantörlüğünü yaptığı grupları tamamen kontrol edemediği gibi bir sonuç da ortaya çıkıyor. 

-Zaten Rusya, İdlip’teki bu grupları “radikal ve cihatçı” olarak görürken Türkiye’nin hâlâ Suriye içinde varlığını sağlayabilecek yeni oluşumlar devşirme çabasında olduğu ortada. Yine İdlip’e yönelik Rusya destekli Suriye ordusu operasyonunun er ya da geç yapılacağı biliniyordu. Astana görüşmeleri ile çatışmasızlık bölgelerinin oluşturulması Rusya’ya ve Şam’a vakit kazandırdığı gibi Türkiye’nin Suriye politikasında geri adım atmasını sağlamaya yönelik hamleler için alan verdi.

Rusya desteğinde Suriye ordusunun İdlip’e yönelik operasyonu sürüyor. Türkiye’nin böylesi bir dönemde Afrin operasyonuna girişmesi İdlip’te sıkışmış olan silahlı gruplara yeni bir alan kazandırabilir. Türkiye, daha önce Cerablus’ta yaptığı gibi çeşitli silahlı gruplardan yerel yönetimler vs. oluşturmaya girişebilir. Böylesi bir hamle Türkiye’nin Suriye’deki varlığını bir süre daha korumasını sağlasa da uzun vadede en fazla zararı en aza indirmesine yardımcı olabilecek gibi görünüyor.

Şam’ın ve Rusya’nın Suriye Kürtlerine bakışını geçtiğimiz haftalarda uzun uzun yazmıştım. Mevcut Afrin operasyonuna Kürtlerin ABD’ye yakın durması sebebiyle Rusya ve Şam bir süre ses çıkarmayıp göz yumabilir ancak tekrar belirtmekte fayda var; Şam ve Kürtler bu sorunu kendi aralarında çözmeyi tercih ediyor ve Rusya da bu soruna iç mesele olarak bakıyor. Türkiye hazzetmese de Kürt meselesi dahil Suriye’deki gidişat ABD, Rusya, İran, Şam ve Kürtler tarafından yönlendiriliyor. Türkiye’nin siyasi hamleleri bir tarafa askeri açıdan da ABD ve Rusya’yı gözetmesi gerektiği açık.  

Türkiye’nin iflas ettiği aşikar Suriye politikasının yarattığı hezimetin son sahnesi İdlip. El Kaide uzantılı cihatçılar ve radikallerle iş birliği yapmış toplama militanlardan devşirme yeni oluşumlara bağlanan ümitlerle Afrin’e yönelik operasyona girişmek en fazla beklenen sonu geciktirir ancak hatalı politikaların yarattığı hezimeti de derinleştirir.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...