İran’ın provokatörü, emperyalizmin oyunu!
Fotoğraf: Envato
Dünya düzeninin devletler, lobiler, karanlık siyasi operasyonlarda rol oynayan finans imparatorlukları ve istihbarat servisleri arasındaki çatışma veya uzlaşmalar tarafından belirlendiğine dair bir siyasal yaklaşım oldukça yaygın. Halk faktörünü dışlayan, emekçileri siyasi bir özne olarak denkleme dahil etmeyen bu bakış açısı 2011 Arap ayaklanmalarını, Kürdistan referandumunu, Kürtlerin talepleri için sürdürdükleri mücadeleyi doğrudan doğruya “emperyalizmin oyunu” olarak etiketlemekte hiçbir mahzur görmedi.
Soros’un, zaten siyasal sistemleri çürümüş eski Sovyet cumhuriyetlerindeki renkli devrimleri kışkırtmak için harcadığı paraları, bunun için kurduğu sivil toplum örgütlerini ifşa ettiği söyleşileri bu tür komplo teorilerini güçlendirdiği gibi, 2000’lerin başında Kuzey Irak’taki, 2010’ların başında Suriye’deki Kürtlerin ABD’den aldığı destek “emperyalizmin oyunu” temcidinin kanıtı olarak sürekli kullanılıyor.
Elbette emperyalizmin sonsuz oyun kurma yeteneği var. Örgütsüz ve stratejisiz Arap halklarının isyanlarını bir lütfa çevirerek bölgeye yaptığı müdahaleler bunu bir kez daha gösterdi. Ama Kürdistan referandumunun peşinen icazetli olduğunu zannedenler açısından bu şablonun çöküşü iddianın dayanıklılığını da sınamış olmalı.Sınadı da.
İran halkının eylemlerinin de aynı şablonla, İran devletini yıkmak için İsrail, Suudi, ABD ittifakı tarafından kışkırtıldığı iddiası eşliğinde ortaya sürülmesi bu fabrikasyon teoriye güncel resetlenme imkanı sağlamış görünüyor. Hem devletler nezdinde hem de ulusalcı “sol”da itibar gören bu komplocu “oyun” teorisi, şimdiye kadar yöneltilen eleştiriler nedeniyle eskisi kadar kuvvetli seslendirilmese de itidalle yeniden üretiliyor.
Emperyalizmin her şeye kadir olduğuna, her tür halk mücadelesinin önemsiz bir ayrıntı değilse eğer, ister istemez oyunun bir parçası olarak ortaya çıktığına ilişkin bakış açısının iki sonucu var:
Birincisi; Zihinde bir dış güç olarak kurgulanan emperyalizm anlayışı, onu devletler ile kurulan organik bir ilişkinin ögesi olarak görmez. Emperyalizmin ancak ulusal iş birlikçileriyle kurduğu ilişkiler sayesinde var olabilen bir sistem olduğunu hesap katmayan bu teori sayesinde siyaset emperyalizm ile devletler arasındaki ilişkiye göre şekillenir.
İkincisi; Bu durumda devleti emperyalizme karşı savunmak öncelikli olur. Halk eylemleri emperyalizmin ilgili ülkeyi çökertme planını kapsamında birer provokasyondur. Halkların demokrasi, özgürlük ve refah talepleri emperyalizme karşı mevcut rejimi/statüyü/devleti savunmak adına önemsizleştirilir. Ulusalcı bu eylemlere baktığında muhtemel bir kaosu görür ve devleti yıkacağı için bundan korkar. Halklar/emekçiler kendiliğinden harekete geçemeyen, güç odaklarının buyruğuna açık tekinsiz ögelerdir. Böylece birikmiş tepkileri ve talepleriyle sokağa çıktıklarında ihtiyaç duydukları destekten de yoksun bırakılır, provokasyona gelmemeleri için kendi devlet yöneticilerini savunmaya çağrılır.
Halkın emperyalizmin provokasyonuyla korkutularak devlet korumacılığına sevk edilmesi siyasetten sınıf analizlerinin çoktan kovulmuş olmasının bir sonucu. Daha çok da halkı bastırmak için elinden geleni yapan İran mollalarının ve benzerlerinin işine yarıyor. Kendi devletlerine karşı özgürlük talebini yükselten halkların aynı zamanda emperyalizme karşı mücadele de etmiş olabileceklerini, çatışmalı durumlarda emperyalistler arası çelişkilerden kendi bağımsız siyasetlerinin başarısı için faydalanabileceklerini hesap dışı gören düzayak ulusalcı siyasetle gerçek sol siyasetin hiçbir ilişkisi olamaz bu bakımdan. Böyle bir siyaset, bizde olduğu gibi, bir emperyalist kampa karşı diğerini kollayan iç egemen sınıfların konjonktürel tercihlerine göre rüzgar gülü rolünü oynamaktan başka bir şey yapamayan siyasetçiyi kendi tutumunu antiemperyalizm olarak nitelemeye teşne kılar. Ama ne emperyalizmden bir şey anlar ne de antiemperyalizmden. Halkı da küçük görür, onun eylemini güvenilmez bulur. Eninde sonunda yolu hem iç statükoyu hem de emperyalizmi desteklemeye çıkar.
İran’daki mücadeleye bağlarsak; Siyasi skalanın değişik kesimlerini içeren, ortak bir stratejiden yoksun ve örgütsüz ama son tahlilde özgürlük, eşitlik isteyen halkın, eğer kışkırtıcısı aranacaksa, en önemli provokatörünün yoksulluk ve diktatörlük olduğu görülüyor. ABD veya İsrail’in İran rejimini köşeye sıkıştıracağını düşünerek eylemlere sunduğu destek, İran halkını provoke eden gerçek nedenlerden daha güçlü değil.
İranlıları sokağa çıkaran talepler diğer Ortadoğulu halklarınkine çok benziyor. Bu bakımdan İran halkı kendi diktatörlük sisteminde bir gedik açabildiğinde, önce halklar kazanır, emperyalistler değil.
- Vatan millet ıstakoz 19 Nisan 2024 06:05
- Kürt’e yasaklı, kavgalı gürültülü Türk demokrasisi! 05 Nisan 2024 05:53
- Bu daha başlangıç 01 Nisan 2024 05:40
- Yol boyu Kürtler 29 Mart 2024 05:00
- Hatay’da geliyorum diyen deprem! 22 Mart 2024 04:58
- Yoksullaştır ve yardıma muhtaç et! 17 Mart 2024 05:07
- Ama şu ama bu… 15 Mart 2024 04:46
- Ölümle yaşam tertibi arasında kadın 08 Mart 2024 05:10
- Kalkınma planları ve programlarında kadın: Bir beşeri sermaye 03 Mart 2024 05:20
- TOKİ’zedeler ve istismar 01 Mart 2024 04:58
- Şeriat mı? 23 Şubat 2024 05:08
- Altında kan, aslında yağma var 16 Şubat 2024 05:10