31 Aralık 2017 00:38

Soyguncularla doluydu konağı

Soyguncularla doluydu konağı

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Denizler ve karalar tanrısı eli yabalı Poseydon; Troya savaşı sonrası ülkesine dönerken; Yunanistanlı kent kralı Odisseus’un bütün gemilerini batırdı. Sonra da onu, azgın fırtınalarla, savaş nedir bilmeyen Fayakların adasına çırılçıplak savurup attı... 

FAYAKLAR HALKI ONU SEVGİYLE AĞIRLADI..

Fayakların prensesi Nausikaa ve yardımcıları; sahilde rastladıkları perişan Odisseus’u, birkaç gün dile gelmez bir konukseverlikle ağırladılar. Sonra da armağanlarla tıkabasa doldurdukları bir barış gemisiyle, yirmi yıldan fazla ayrı kaldığı ülkesine ulaştırdılar... 

Gemide uyuyakalan Odisseus’u armağanlarıyla birlikte, en büyük limana özenle bıraktı Fayakların tayfaları. Odisseus o uzun uykusundan uyandığında, ülkesini tanıyamadı. Onu hiç yalnız bırakmayan tanrıça Atena da; ilkin bir çoban, sonra da bir genç kız kılığına bürünüp ona yardımcı olmaya başladı... Buranın kendi ülkesi olduğunu kanıtlamak için karşıdaki bulutlara dolanmış koyu yeşil Neritos Dağı’nı gösterdi... Odisseus; dağı tanır tanımaz, çığlıklar ataraktan diz çöktü hemen! Üst üste öpmeye başladı ana-baba toprağını. İlençler yağdırdığı o savaşın unutturamadığı barış ve kardeşlik kokusunu, derin derin ciğerlerine çekti...

Daha sonra Tanrıça Atena, yorgun ama mutlu Odisseus’u yerden kaldırıp az ötelerindeki mağarayı gösterdi. “Bu mağarayı çok iyi tanırsın Odisseus. Hani savaş öncesi orada yaşayan emekçi güzel peri kızları Nümfaların yanına gelir, onlarla uzun uzun yarenlik ederdin... Onlara savaşları sevmediğini söylerdin hep. Halkın mutluluğu için savaş yerine barıştan ve de barışın insanlara sunduğu o kardeşçe üretip kardeşçe bölüşme mutluluğundan söz ederdin...”

O MAĞARA ÇOK İLGİNÇTİ

Odisseus hemen anımsadı... Orada sıra sıra kovanlar da vardı kütükler üstünde... Peri kızları da orada, örgü örerler, kumaşlara desenler nakışlarlardı. Bazı ozan ve sanatçı tanrılar bile; örneğin Apollon, Buğday Tanrıçası Demeter buraya gelir, Olimpos’taki tanrıların ürkünç tutkularından uzak, bir süre dinlenirlerdi... Peri kızları da kendileriyle görüşmeye gelen çok sevdikleri emekçi kadın dostlarına, kendilerinde olan olağanüstü becerilerini aktarırlardı... 

Bütün bunları yeniden anımsayan Odisseus, savaşın iğrençliğini, halkının, güzel karısının ve oğlunun çektikleri acıları düşünmeye çalıştı; iliklerine dek ürperdi. Bütün bunları düşünürken; “Bak Odisseus,” dedi birden Tanrıça Atena, “Deniz korsanlarının eline geçmemesi için Fayakların armağan ettiği şu sandıkları, Nümfaların mağarasına saklayalım... Ondan sonra da senin yapman gereken şeyler üzerinde konuşalım...”

ONLAR GÜZEL KARINA DA GÖZ DİKTİLER!.

Odisseus’la Tanrıça Atena, sandıkları özenle mağaranın içine yerleştirdiler... Sonra da zaten Atena’nın kendisinin dünyamıza armağan ettiği az ötelerindeki o güzelim zeytin ağacının altına oturdular. “Şimdi sana söyleyeceklerimi iyi dinle” diye söze başladı Atena. “Sen Troya’ya savaşa gittikten sonra güzel karın Penelopeya’ya da göz dikti bazı egemenler. Senin için, ‘Artık öldü buraya dönemez,’ diyorlardı... Ne var ki karın da, oğlun da senden umudu kesmediler hiç. Çünkü ben çeşitli kılıklara bürünüp onlara senin yaşadığın iletisini ulaştırıyordum sık sık... Bu sömürgen efendiler, konağına yerleşip senin birikimlerini de habire yiyip içmeye başladılar. Bu da yetmedi; o çileli halkının ürettiklerine de el koydular! Bir yandan da karın güzel Penelopeya’yı habire kendilerinden biriyle evlenmesi için sıkıştırdılar. O da tezgahında hep kumaş dokuyordu gündüzleri. ‘Bu kumaşı ben kayın babama kefen olarak dokuyorum, onu bitirince hemen içinizden biriyle evleneceğim!’ diyordu. Konağındaki küp küp şaraplarını içip azgınlaşan o soylu damat adayarı, gece gündüz karını sıkıştırıyorlardı... Ama karın da hiç korkmadan, bütün gün dokuduğu kumaşı, geceleri bir çıra aydınlığında gizlice çözüyordu!.. Ertesi gün yeniden başlıyordu dokuma işine! Bu arada ben, yeni yetme oğlun Telemahos’un bu sömürgenlere karşı başkaldırı duygularını tetiklemeye çalışıyordum. Ve senin ölmediğini kulaklarıyla duysun diye, Troya’dan dönen Kral Menelaos’un yanına gönderdim onu bir gemiyle.”

ATENA,ONUN OĞLUNUN YANINDAYDI HEP!

Atena’yı başından beri ürpererekten dinleyen Odisseus, artık kendini tutamadı: “Amanın başıma gelenlere bakın!” diye gürledi birden. “Demek ben bu halimle saraya dönseydim, karımın talipleri beni daha avluda öldüreceklerdi! Ah, tanrıçam, sana olan borcumu nasıl ödeyebilirim ki? Ama oğlum Telemahos’u nasıl olup da tek başına öyle deniz ötelerine gönderdin?”  Burada Tanrıça Atena gülümsedi; yeniden bütün sıcaklığıyla tuttu Odisseus’un ellerini... “Merak etme,” dedi. “O yalnız gitmedi. Yanında çok candan yoldaşları da vardı... Üstelik ben de kılık değiştirip onları hiç yalnız bırakmadım!”

Odisseus, aniden kaldırıp güneşe doğru fırlatacakmış gibi yanında duran koca bir kayayı, elleriyle sökmeye çalıştı topraktan... Dişlerini gıcırtata gıcırtada yeniden doğruldu... “Hemen gidip karımı, oğlumu bulayım! Ülkemi soyan o kenelerin de haddini bildireyim!” diye gürledi!

Tanrıça Atena, uzun uzun gülümsedi ona bakaraktan...

***

Son yayımlanan kitabımız:

Homeros’un İzinde - İlyada Öyküleri (Yaşar Atan)

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...