09 Temmuz 2017 00:15

Hades’in ülkesine de gitti

Hades’in ülkesine de gitti

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Kral Odisseus; Troya savaşı sonrası deniz yoluyla ülkesine döndükten sonra, başından geçenleri, karısı kraliçe güzel Penelopeya’ya pek sıra gözetmeden zaman zaman anlatıyordu. Bir akşam da, gene tanrıça Kirke ile yaşadığı o unutulmaz serüvenlerinden birini dillendirdi...

Gerçekten de kent kralı Odisseus ve yoldaşları; deniz yoluyla ülkelerine dönerlerken, tanrıça Kirke’nin Ege denizindeki görkemli adasında konaklamışlardı. Tanrıça Kirke onları bir süre ağırlamış, sonra da, dönüş yolunu tam öğrenebilmeleri için Ölüler Ülkesi’ndeki bilici Teyresyas’ın yanına göndermişti. 

TİRO İKİ ÇOCUĞUNU DA YİTİRMİŞTİ

Odisseus, gün ışığının bile giremediği ve tanrı Hades’le tanrıça Persefone’nin yönettiği Ölüler Ülkesi’ne ulaştığında; ölmüş dünyalıların gölgeleri, Odisseus’un çevresini sarmıştı hemen!

İşte Odisseus karısına bunları uzun uzun anlattıktan sonra, Tiro adlı güzel mi güzel bir kızın, orada kendisine söylediklerini de kısaca aktardı... Anlattığına göre Güzel Tiro; dünyamızdaki yaşamı sırasında bir ırmak tanrısına âşık olmuş, onunla ırmak boyunda sevişmişler... Gebe kalınca da kimselere bir şey söyleyememiş... Daha sonra dünyaya gelen ikiz çocuklarını aşkla, güzel güzel yetiştirmiş.. Ne var ki ikisi de en güzel çağlarında, çıktıkları bir yolculuktan geri dönmemişler! İşte onların acısına ve hasretine dayanamayan dünyalar güzeli Tiro da, ağlaya ağlaya o Ölüler Ülkesi’nde almış soluğu!

Odisseus bu öyküden sonra konuşmak istemeyince, kendisini can kulağıyla dinleyen karısı güzel Penelopeya, ille de o ülkede gördüklerinden biraz daha söz etmesini istedi. Çünkü Şafak tanrıçası gül parmaklı Eos, o gece çok uzun bir uykunun kollarındaydı!

HERAKLES’İN ANASINI DA GÖRDÜM

Bunun üzerine kral Odisseus, “Bir sürü ölmüş ünlü kadınların gölgelerini gördüm orada” diye yeniden anlatmaya başladı. “Hepsi de birer gölge olarak geçiyordu önümden. Ha, unutmadan hemen söyleyeyim, o ünlü kraliçe Alkmene’yi de gördüm onların arasında! Hani bir gecesini Baştanrı Zeus’la geçiren güzel Alkmene’yi! Söylendiğine göre Baştanrı Zeus, o gece güneş tanrısı Helyos’a üç gün güneşi gök yüzünde koşturmama buyruğunu vermişti! O yüzden güneşin yokluğunda ay, üç kez doğmuş üç kez batmıştı! Baştanrı Zeus’la o uzun geceyi bölüşen kraliçe Alkmene, o ünlü Herakles’e gebe kalmıştı bu birliktelikten! İşte o güzel Alkmene’nin gölgesi geldi yanıma... Bir şeyler söylemek istedi ama, hemen bir bulut parçasına dönüşüp o büyük boşluğa doğru savrula savrula gözden yitip gitti... Biraz daha ilerledim Ölüler Ülkesi’nde. Birden kral Tantalos’u gördüm acılar içinde... Belki duymuşsundur... Hani sarayına buyur ettiği Olimposlu tanrılara, kurban ettiği oğlu Pelops’un etini sunmuştu yemek olarak!... Tabii tanrılardan bir beklentisi vardı... Ne var ki tanrılar işin ayırdına varınca da, onu hiç sonu gelmeyen bir cezaya çarptırmışlar; oğlu zavallı Pelops’u da yeniden yaşama döndürmüşlerdi. Ne var ki tanrıça Demeter, tabağına konan Pelops’un omuz etinden bir parça yemişti yanlışlıkla. Neyse ki demirci tanrı topal Hefaystos, yeniden yaşama döndürülen zavallı Pelops’un omuz boşluğuna, fildişinden parlak bir parça yerleştirmişti... 

TANTALOS SÜREKLİ AÇ VE SUSUZDU

Tanrıların verdiği cezaya göre Tantalos; bir gölün suları içinde, hep ayakta duruyordu. Ama sürekli olarak hem susuz, hem açtı! Ayaklarının dibindeki su, bazen ta çenesine dek yükseliyor, ama tam içmek için ağzını suya yanaştırınca da, bir damlasını bile içemeden su gerisin geri çekilmeye başlıyordu! Tantalos eğiliyor, eğiliyordu, ama su da gerisingeri ha bire çekiliyor, çekiliyordu. Artık kapkara bir çamur örtüsü kalıyordu ayaklarının altında... Ve adsız bir tanrı da, gölün tabanını tamtakır kurutuyordu hemen!

Tantalos’un çevresinde çeşit çeşit meyve ağaçları da vardı. Bütün dallar silme meyve yüklüydü: incir, portakal, nar, tombul tombul elmalar... Meyve yüklü dallar, Tantalos’un saçlarına dokunuyorlardı hafif hafif salınaraktan... Perişan ve yorgun Tantolos da tam ellerini uzatıp meyverlerden birini koparacağı anda, hırçın bir rüzgar, dalları tuttuğu gibi ta ötelere savurup atıyordu!..

KENDİNİ EN BÜYÜK KAHRAMAN SANIYORDU

Daha başkalarını da görmek istiyordum Ölüler Ülkesin’de... Troya’da ölüp buraya gelenlerin hepsi beni tanıyordu... Önümden birer gölge olarak geçip giderlerken, bir şeyler mırıldanıyorlardı... Hepsini dinleyemezdim haliyle...

Ama bir tek Ayas vardı bana küskün küskün bakan. İçime bir başka acı girdi onu görünce. Dünya yaşamında silahları çok seviyordu Ayas! Önüne çıkan her Troyalıyı öldürüyordu... Belki de duymuşsundur, tanrıça Tetis’in oğlu o Yunanlı ünlü Ahilleus; Troyalı Paris’in okuyla, silaha en duyarlı yeri olan topuğundan vurulup ölünce, onun tanrısal silahları bir sorun olmuştu: O silahları kime vermeliydi? Anası tanrıça Tetis, bir koşu yarışı düzenlemişti. Yarışı ben kazandığım için, o silahları bana vermişti. Bu olayı onuruna yediremeyen Ayas delirmiş, yere sapladığı bir kılıcın üstüne, bütün ağırlığıyla kendini bırakıp canına kıymıştı! Onun ruhunu görünce, ‘Gel buraya Ayas!,’ diye ünledim....‘O dünyada gördüğümüz, yaşadığımız uğursuz olayları, günleri hiç olmazsa burada unutalım!’ Gelip boynuma sarılmak ister gibi bana doğru yöneldi... Ama aniden çıkan azgın bir rüzgar, onun gölgesini kaptığı gibi, Hades’in karanlıklarına doğru savura savura götürdü...” 

Kocası Odisseus’un anlattıklarını can kulağıyla dinleyen kraliçe güzel Penelopeya, duyduklarından şaşkına dönmüştü...

Odisseus biraz sustuktan sonra; “Artık yatalım,” dedi. “Gerisini yarın akşam anlatırım...” 

***

Mitolojiye ilgi duyan okurlarımıza aşağıdaki kitapları öneriyoruz:

- Akdenizli Tanrılar (Yaşar Atan - 2. baskı)
- Akdeniz Mitologyasındn Efsaneler (Yaşar Atan)
- İnsan Ve Tragedya (André Bonnard - Çev: Yaşar Atan - 2. baskı)

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...