03 Temmuz 2017 00:51

Akademik güvencesizliğin güvencesi: Yeniden 50/D

Akademik güvencesizliğin güvencesi: Yeniden 50/D

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Eşi benzeri görülmemiş bir akademik tahribat evresinden geçiyoruz. Akademisyen tasfiyesinin resmi politika tedbiri haline dönüştürüldüğü böylesi bir ortamda aksi de mümkün olmazdı zaten.

Ancak bu tahribat OHAL sürecine özgü olmadığı gibi boyutları da KHK’larla sınırlı değil. Zira OHAL koşullarında ama olağan zamanları da düzenlemek için çıkartılan yasalarda, güvencesizleştirmenin her boyutu en ince ayrıntısına kadar düşünülmüş durumda.

Örneğin geçtiğimiz günlerde onaylanan 7033 sayılı yasayla (Sanayinin Geliştirilmesi ve Üretimin Desteklenmesi Amacıyla Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun) üniversite araştırma görevlilerinin iş güvencesinin tümüyle ortadan kaldırılması artık yasal güvence altında.

Kurumsal işleyişi bilmeyenler bakımından özetlemekte fayda var: Kamuda aynı işi yapmasına karşın beş benzemez statüde istihdam edilme politikasından araştırma görevlileri de payına düşeni almıştı. Aynı idari ve akademik işleri yapıp, aynı sorumlulukları taşımalarına rağmen farklı statüde istihdam ediliyorlardı. Bazıları akademik hayata 2547 sayılı yasanın 33/a maddesinde düzenlenen görece daha güvenceli koşullarda başlarken, bazıları ise geçici nitelikte bir istihdam biçimi olan 50/d maddesine göre üniversiteye girebiliyor ve doktoralarını tamamlamalarıyla birlikte iş sözleşmeleri sona eriyordu.

Üniversitelerin “işletme”, öğrencilerin “müşteri”, akademisyenlerin ise “işletme maliyeti”ne dönüştürülme politikaları yol aldıkça, 50/d de araştırma görevlileri için asli istihdam biçimi haline dönüştü. Bir araştırma görevlisinin doktora sonrası üniversitede çalışmaya devam edebilmesi akademik başarıdan ziyade bölüm ve üniversite yönetiminin keyfiyetine terk edilmişti. Rektörlüklerce “makbul” sayılan araştırma görevlileri 33/a kadrosuna aktarılıyor diğerlerinin ise üniversiteyle ilişkisi kesiliyordu. 

2008 yılında YÖK bu eşitsizliğe “dur” dedi(!) ve 50/d’li araştırma görevlilerinin 33/a’ya aktarılmasını hepten durdurdu! 

Ancak İstanbul Üniversitesi araştırma görevlilerinin öncülüğünde oluşturulan asistan girişiminin ortaya koyduğu tarihi iş güvencesi mücadelesi bu kararın uygulanmasını engelledi. Üstelik tüm arkadaşlarının 33/a kadrosuna atanmasını da sağladı.

İçinde bulunduğumuz OHAL koşullarında ise önce Öğretim Üyesi Yetiştirme Programı kapsamındaki 33/a’lı araştırma görevlileri bir KHK ile 50/d statüsüne geçirildi, ardından da geçtiğimiz günlerde onaylanan 7033 sayılı yasayla bundan böyle tüm araştırma görevlilerinin 50/d maddesine göre istihdam edileceği düzenlendi. Anlayacağınız; statü eşitsizliği sorunu bir kez daha bilim emekçileri güvencesizlikte eşitlenerek çözülmüş oldu.

Bu arada hatırlatmakta yarar var; YÖK’ün 2008 yılındaki 50/d kararının uygulanabilmesinin engellenmesinde önemli rol oynayan temsilciler kurulu (Farklı fakültelerdeki asistan temsilcilerinden oluşuyordu), 29 Ekim KHK’sıyla İstanbul Üniversitesi’nden kurul olarak ihraç edildi. Kendilerine en fazla destek veren hocalarıyla beraber.

Yani güvencesizleştirmeyi bütünüyle hayata geçirilebilmenin ilk adımı, zamanında verdikleri mücadeleyle bunu engellemeyi başaran akademisyenlerin “darbe” gerekçesiyle tasfiye edilmesi oldu. Dolayısıyla OHAL kararnamelerinin, piyasaya karşı emekten yana tutum alan akademisyenleri doğrudan tasfiye etmek yanında bu tasfiyelerin olağan dönemlerde de devam edebilmesini sağlamak için “yol temizliği” yapmak gibi bir işlevi de var.

Öte yandan özlük haklarındaki aşınmanın boyutları bununla da sınırlı değil. YÖK Yürütme Kurulu, kitlesel tasfiyeler dolayısıyla yükseköğretimin sürdürülemez hale gelmesinden olsa gerek, doktorasını tamamlamış olan araştırma görevlilerinin derse girebileceğine karar verdi. 

Bu ise şu anlama geliyor: Başlangıçta bütün araştırma görevlileri geçici statüde istihdam edilecek. Bunların içinde “en makbul” olanlar doktoralarını tamamladıktan sonra yardımcı doçentlik kadrosuna atanacak (ki; yasa bunu yüzde 20 ile sınırlıyor), “daha az makbul” olanlar ise 33/a kadrosuna aktarılacak ve ders verecekler. Ders verecekler ama yardımcı doçentliğe atanmadıkları için daha az ücret alacaklar. Yani iş yükleri artarken ücretleri baskılanmış olacak. Üstelik kısa süreli iş sözleşmesi baskısıyla istihdam edilmeyi de sürdürecekler. 

“Makbul olmayanlar” içinse değişen bir şey yok. Onların payına yine doktoralı işsiz olmak düşüyor. 

Bu arada akademi üzerinde artan piyasa denetiminin bir sonucu olarak “performans” biçiminde ifade edilen “makbul olma” kriterinin esasen piyasaya yaranmak ve onun ihtiyaçlarına cevap vermek olduğunu da göz ardı etmemek lazım.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...