19 Haziran 2017 00:16

‘Kıdem tazminatı caiz değil’miş!

‘Kıdem tazminatı caiz değil’miş!

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Videoyu geçen hafta izledim. Ama sanırım daha eskiymiş. Basında yer alan kimi haberde, kıdem tazminatı tartışmalarının alevlendiği bu günlerde yeniden gündeme geldiği yazıyordu.

Görüntülerde, kamuoyunda “Cübbeli Ahmet Hoca” diye bilinen, Ahmet Mahmut Ünlü işçilerin kıdem tazminatı almalarının neden “caiz olmadığını” anlatıyor.

Eğer kıdem tazminatı işçilerin hakkı olsaymış, kendileri işten ayrıldıklarında da alabilmelilermiş. Ama “Kendi çıkarsa alamıyor. Adam çıkarırsa alıyor. Demek ki hak değil”miş.

Ünlü’nün, işçi hakları konusunda din adına verdiği (veya vermediği) icazetleri cari dönemdeki çalışma mevzuatına dayandırması seküler hukukun gücü bakımından yüreklerimize su serpiyor(!) Ancak meselenin işçi hakları konusundan çıkıp “gerçek İslam” tartışmasına evrilmesini engellemek için böylesi bir usul sorgulamasının yanından bile geçmemek lazım.

Benzer kaygılardan hareket eden kimi yazar ve gazeteci ise esas sorunu fetvanın niteliğinde değil, buna haber değeri yüklemekte arıyor. Ancak bu yaklaşım da doğru değil.

Şöyle ki, fetva verenlerin mensup olduğu dini cemaatler, “refah karması” adı altında sosyal politikanın başlıca aktörlerinden biri haline dönüştürülmüş durumdalar. Ekseni ve kapsamı itibarıyla toplumsal dayanışmayı denetleme işlevine sahipler. Hak temelli yaklaşımın yerini “hayırseverliğe” bırakması, kamusal kaynaklarla finanse edilen toplumsal refah yaratma süreçleri yerine gönüllülük esaslı yardım programlarının ön plana çıkmasıyla toplumsal gelir dağılımını doğrudan belirleyen bir nitelik kazanmış durumdalar.

Hal böyle olunca da, bu fetvalar görmezden gelinebilecek veya gülümseyip geçilebilecek bir nitelik taşımıyor. Zira kapitalizm din kurumunu bir hegamonya aracı haline getirirken, bu fetvalar da mevcut sınıfsal eşitsizliğin “ilahi” dayanaklarını oluşturan başlıca mekanizmalar halini alıyor. Bu durumda, sınıfsal hakların aşındırılmasına rıza göstermek işçiler açısından bir “dindarlık” ölçütüne dönüştürülürken, karşı çıkmak veya mücadele etmek ise “din karşıtlığı” olarak yaftalanıyor.

Bu tablo, laiklik talebinin neden yaşam biçimi tartışmalarına indirgenemeyeceğini ve sınıf mücadelesine konu edilmesi gerektiğini açıkça ortaya koyuyor. Çünkü herhangi bir inanç sistemi kendi normatif idealleri doğrultusunda sömürüye karşı çıksa bile din kurumunun kapitalizmi yeniden üretme işlevine engel olamıyor. Bu durumda, din kurumunun toplumsal yaşamı düzenlemesi özellikle çalışma ilişkileri alanında inanç özgürlüğü veya yaşam biçimi tartışmalarını aşan bir sınıfsal nitelik taşıyor.

Kapitalizm, tıpkı demokrasi gibi, dindarlık ölçüsünü de sermaye çıkarları çerçevesinde belirlemeye çalışıyor. Bu durumda, işçilerin inançlarıyla sınıfsal kazanımları arasında tercih yapmak zorunda kalmamalarının yolu da laiklik mücadelesinden geçiyor.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...