16 Nisan 2017 00:50

Günlerce o adadan ayrılamadık

Günlerce o adadan ayrılamadık

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Troya savaşına katılan Yunanistanlı kent krallarından Odisseus; savaş sonrası ülkesine dönerken, denizler tanrısı Poseydon’un hışmına uğradı. Tanrı Poseydon, Odisseus’un bütün gemilerini ve yardımcılarını sulara gömdü! Bin bir zorlukla da olsa Odisseus; “savaş nedir bilmeyen” Fayaklar halkının adasına, tek başına sığınabildi. Aynı günün akşamı, o adanın güzel prensesi Nausikaa’ya, yaşadığı bazı serüvenleri anlattı dinlene dinlene...”

SÜRÜLERDEN UZAK DURUN DEDİM
Gerçekten de kral Odisseus; öyküsünde anlattığı gibi, savaş yorgunu arkadaşlarıyla birlikte ana ocağına dönerken, Ölüler Ülkesi’ne bile uğramıştı! Orada artık dünyamızdan göç eden bazı dostlarıyla görüşmüştü. O üzücü ülkeden ayrıldıktan sonra da, Güneş’in sığır-koyun sürülerinin yaşadığı adada, yorgunluk yüzünden mola vermek zorunda kalmışlardı...

Fayakların güzel prensesi Nausikaa’ya; “Güneş’in ülkesine ulaşınca,” diye anlatmaya başladı başından geçenleri Odisseus. “Daha önce yanında konuk olarak kaldığım tanrıça Kirke’nin yola çıkarken bana verdiği öğütleri anımsadım hemen. O yüzden gemiyi güvenli bir yere bağladıktan sonra; ‘Sakın güneşin koyunlarına da, sığırlarına da dokunmayalım!’’ diye yeniden uyardım arkadaşlarımı: ‘Gemide tanrıça Kirke’nin yolluk olarak verdiği ve bize uzun süre yetecek, yiyecekten içecekten yana her şey var!..’

Gerçekten de bu uyarımı sık sık yineliyordum...

Sonra bu adanın hiç unutamayacağım bir özelliği vardı: Sahile yakın bir mağarada, Nümfalar denen peri kızları oturuyordu. Bu peri kızları, geceleri mağaralarından çıkıp ezgilerle oyunlar oynuyor, yıldızları coşturup gökyüzünü güzel güzel dalgalandırıyorlardı! 

Ne var ki tam bir ay süresince, denizde en ufak bir kıpırtı, bir esinti bile olmadı... Haliyle denize açılamadık; gemideki yiyecek içecekler de tükendi! Hani açlıktan, yeşil otlar bile yemeye başladık artık! Şunu da söyleyeyim ki, gemide yiyecekler varken, Güneş’in sürülerine hiç kötü gözle bakmadı arkadaşlarım.

Tanrıça Kirke’nin verdiği bütün yolluklar tükenince de, haliyle mideleri yönlendirmeye başladı hepimizi! Güneş’in koyunları sığırları da, salına salına geçiyorlardı önümüzden gün boyu!.. Onlara dokunmamak için oltayla, taşla, ne bulursak avlamaya başladık: kuş, balık, tavşan... Bir ara ben de adanın içlerine doğru tek başıma yürüyüp gittim. Tanrılardan gemimizin yelkenlerini şişirecek rüzgarlar dilemekti amacım... İşte bu duygularla ormanda gezip dolaşırken yorgunluktan, bir çınarın gölgesinde uyuyakalmışım!

AÇLIK ÇEKMEYE GEREK YOKTU
Benim yokluğumda adamlarımdan sivri akıllı Evrilohos, arkadaşlarını toplayıp; ‘Beni dinleyin arkadaşlar,’ diye bir söyleve başlamış. ‘Ölüm insana acı verir, hep biliyoruz... Ama ölümlerin en acıklısı da, insanın göz göre göre ve sürüne sürüne açlıktan ölüp gitmesidir! Dünyada hepimize fazlasıyla yetecek bunca yiyecek-içecek varken, aç kalmanın bir anlamı yok! Buradaki sığırlara-koyunlara dokunmayın, deniyor bize hep... Arkadaşlar, diyelim ki bunlar tanrıların sürüleri... Ama bir iki sığıra el koysak ne çıkar yani? Bize günlerce yeter... Bakarsınız bu arada rüzgar da çıkar, denize açılırız. O uğursuz Troya savaşları yüzünden ölesiye hasret kaldığımız çoluk çocuklarımıza kavuşuruz! Onlara kavuşunca da, yediğimiz bir iki sığıra karşılık Güneş tanrısına kurbanlar keseriz... İsterse bir tapınak bile yaptırırız onun adına! Gelin bu sığırlardan bir-ikisini hemen ona kurban edelim. Açlığımızı giderelim... Diyelim ki tanrılar, bu yaptığımıza karşılık dönüş yolculuğumuzda gemimizi batırdı... N’apalım, en fazla ölür gideriz... Ama burada açlıktan sürüne sürüne ölmekten daha iyi değil mi benim söylediğim?’ 

HEMEN ONLARIN YANINA YÖNELDİM!
O böyle konuşunca ve de açlıktan yanan midelerinin zorlamasıyla, sığırlardan birini hemen yakalayıp tanrılara kurban etmişler... Sonra da değneklere geçirip yaktıkları ateşte kızartmaya başlamışlar... İşte o anda benim göz kapaklarımdan uyku çekildi... Hemen onların bulunduğu yere doğru yönlendim... Gemiye epey yaklaşınca da, burnuma yanık yanık et kokuları gelmeye başladı. Her şeyi birden anladım... Ben de onların yemeklerine ortak oldum! Ama sözünü ettiğim mağarada oturan peri kızlarından ayağı gümüş halhallı güzel Lampedi; doğruca güneş tanrısına gidip sığırlarından birkaçını kesip yediğimizi duyurmuş... Güneş de doğruca Baştanrı Zeus Baba’ya gidip durumu anlatmış... Baştanrı Zeus da, güneş tanrısını yatıştırmak için; denizde yol alırken salacağı yıldırım ve fırtınalarla bizi boğacağına söz vermiş...

Tabii bütün bunları daha sonra adasına sığındığım tanrıça Kalipso anlattı bana. O da Zeus’un ulağı tanrı Hermes’ten öğrenmiş...

BU OLAYDAN ÇOK ŞEY ÖĞRENDİM...
Velhasıl bir ikisini kesip kızarttıkları sığırın o yasak etleriyle, altı gün altı gece şölenler yaptı arkadaşlarım. Doğrusu öyle bir açlık sürecinde, ne günahın ne de yasağın artık bir anlamı kalmıyormuş; onu da öğrendim! Yedinci gün Baştanrı Zeus gerekli rüzgarları estirince, hemen gemiye atladık... Pupa yelken enginlere açıldık hemen...

Doğrusu ben de yeniden yola çıkmanın ve o ilençli Troya savaşı yüzünden yıllardır ayrı kaldığım çoluk-çocuğuma ve halkıma kavuşacağım umuduyla olup bitenleri unutuverdim...”

Konuşmasının burasında uzun süre sustu Odisseus. Prenses Nausikaa da susuyor, öykünün gerisini bekliyordu... Sonra birden Odisseus’un yorgunluğunu görünce,“Tamam, sevgili konuğum, “dedi bütün sevecenliğiyle gülümseyerekten. “Tamam... Artık, öykünün gerisini daha sonra anlatırsın. Şimdi biraz dinlen...”

***

Mitolojiyle ilgilenen okurlarımıza aşağıdaki kitapları öneriyorum:
Akdenizli Tanrılar - Yaşar Atan 2. Baskı
- Akdeniz Mitologyasındn Efsaneler - Yaşar Atan
- İnsan Ve Tragedya - Andre Bonnard – Çev: Yaşar Atan - 2. Baskı

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa