19 Mart 2017 01:45

Ne çok şeyler gördük oralarda

Ne çok şeyler gördük oralarda

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Eli yabalı denizler tanrısı Poseydon; insan yiyen tek gözlü oğlunun gözünü kör ettiği için, Troya savaşı dönüşünde, eski kral Odisseus’un bütün gemilerini, saldığı fırtınalarla batırdı ve onu Fayakların cennet adasındaki bir sahile savurup attı!

Perişan ve çıplak Odisseus; sahilde bir süre uyuyup dinlendi. Haliyle hiç tanımadığı Fayakların güzel prensesi Naussikaa ve arkadaşlarının seslerini duyunca da, hemen oradan kopardığı bir ağaç dalıyla önünü örttü! Sonra da çekine çekine prenses Naussika’nın yanına gitti ve ona bir şeyler anlatmaya başladı.

Bu garip yabancıyı dinleyen prenses Naussikaa, ona giysiler verdi ve saraylarına buyur etti... 

ODİSSEUS’U İÇTENLİKLE AĞIRLADILAR...

Fayakların kralı iyi yürekli Alkinoos; sarayına konuk olarak gelen Odisseus’u, büyük bir sevecenlik ve içtenlikle ağırlamaya başladı... İlk akşamki yemeğin sonuna doğru Odisseus; “On yıl kadar süren savaş sonrası, Troya’dan ayrılıp gemilerim ve asker yoldaşlarımla birlikte, ülkem İtake adasına doğru yelkenleri açtım” diye başından geçen bazı olayları anlatmaya başladı. “Bir ara ‘Lotosyiyenler’ denen insanların yaşadığı bir adaya uğradık biraz dinlenmek için. Dinlendikten sonra da orada yaşayan insanlar konusunda bilgi toplasınlar diye, üç adamımı adanın içlerine doğru gönderdim... Ama bir türlü geri dönmedi adamlarım! Haliyle onları aramaya çıktım. Epeyce uzun boylu sorup soruşturmalarımdan sonra, onları bulabildim! Bir de ne göreyim? Oranın halkı, lotos ağaçlarının meyvelerinden yerlermiş hep. Ve kim yerse o meyvelerden, bir daha o barış ülkesinden de ayrılamazmış! Artık oradaki deniz ve toprakla bütünleşir, aşk içinde dingin bir yaşam sürmeye başlarmış! Bunları duyunca haliyle donup kaldım... Çünkü üç adamım da lotos meyvesinden yemişler; geri dönmeyi kesinlikle istemez olmuşlardı! Beni bile dinlemiyorlardı artık! Sonunda üçünü de zincirleyip sahildeki gemilerin yanına getirdim... Öteki yoldaşlarım da lotos meyvesinden belki yerler diye ödüm kopuyordu...

LOTOS YERLERSE BEN TEK BAŞIMA KALACAKTIM!

Çünkü lotos meyvesinden yerlerse, beni tek başıma bırakacaklardı! Onlar gibi ben de, halkımın ve çocuğumun yanına dönemeyecektim.

Neyse, hemen uzaklaştık o adadan... Kaç gün sonra gene tam bilemeyeceğim, Tepegözler denen azgın mı azgın adamların ülkesine yakın bir adaya ulaştık. Daha önce adasına konuk olduğum bir tanrıça anlatmıştı bana: Alınlarının ortasında tek gözleri olduğu için Tepegöz diyorlarmış onlara. Bizim bildiğimiz toplumsal yaşam biçimi diye bir şeyleri yokmuş... Ne ekin ekerler, ne tarla sürerlermiş! Tanrıça Demeter’in tohumlarla karıştırdığı toprak ne verirse, onları yer içerlermiş yalnızca mağaralarında. Birbirlerinin dertleri, sevinçleri umurlarında değilmiş. Denizler ve karalar tanrısı Poseydon’un çocukları olan bu Tepegözler; uzak denizlerin ve karaların gizemlerini çözmek için enginlere açılan o meraklı insanları çiğ çiğ yerlermiş!

İşte bu Tepegözlerin ülkesine yakın bir adaya çıktığımız akşam, bir güzel yıkandık. Sonra orada bulduklarımızla karnımızı doyurup yerlere uzandık. Hemen derin mi derin uykulara daldık... Ertesi gün, hani o gül parmaklı şafak tanrıçası; erkenden uyanıp denizleri ve karaları rengarenk boyamaya başlayınca, biz de uyandık. Bir süre sonra yoldaşlarımı topladım. ‘Arkadaşlar,’ dedim, ‘bakalım Tepegöz denen o adamlar, tanrıça Kirke’nin söylediği gibi gerçekten canavar mıdır, yoksa konuksever yaratıklar mıdır? Karşıdaki adaya gidip onları göreceğim.’

ONLAR MAĞARALARDA YAŞARLARMIŞ...

Kürekçilerimin arasından on iki yoldaş seçtim. Ve hemen yanımıza biraz yiyecek içecek bir şeyler aldık... Gerekirse onu Tepegözlere armağan olarak verecektim! Neyse, çok geçmeden Tepegözlerin adasındaki bir limana yanaştık gemimizle.

Gemiden inip sahilden içerlere doğru yürürken önümüze bir mağara çıktı... Mağaranın çevresini de hep defne ağaçları sarmıştı. Koyun keçi sürüleri için bir ağıldı burası... Haliyle mağaranın içinde de insan azmanı bir Tepegöz oturuyor olmalıydı... İlle de onu yakından tanımak istiyordum.

Mağaraya girdiğimizde kimse yoktu... Ama biraz sağa sola bakınınca şaştık kaldık. Büyüklü küçüklü kaplar; yağ, peynir ve çeşit çeşit süt ürünleriyle silme doluydu! Yoldaşlarım; ‘Hemen peynirleri, taze kuzuların bir kısmını alıp gemilerimize dönelim!’ dediler; yalvardılar. Ben istemedim. Çünkü durmadan itiyordu beni yüreğim: ‘Şu insan azmanı Tepegöz denen canavarı bul, neyin nesidir öğren’ diyordu hep...

İnatçı kafam işte! Keşke onları dinleseydim!”

Burada biraz soluklanmak için Odisseus sustu... Fayakların kralı ve yöneticileri ve özellikle güzel prenses Naussikaa, onu can kulağıyla dinliyorlardı...

Mitolojiyle ilgilenen okurlarımıza aşağıdaki kitapları öneriyoruz:
- Akdenizli Tanrılar (Yaşar Atan – 2. Baskı)
- Akdeniz Mitologyasındn Efsaneler (Yaşar ATAN)
- İnsan Ve Tragedya (Andre Bonnard (Çev: Yaşar Atan - 2. Baskı)

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...