Toplumsal şiddet
Fotoğraf: Envato
Siyaset gündemini döviz kuru ve anayasa değişikliği ile sınırlandırmış olsa da, toplumsal şiddet ve öfkenin en akıl dışı örneklerine maruz kaldığımız bir dönemden geçiyoruz. Bu maruz kalma halinde kimimiz şiddetin doğrudan hedefi olurken, diğerleri ise tanık olmanın yol açtığı travmalarla başa çıkmaya çalışıyor.
O kadar ki; herhangi bir patlamanın terör saldırısı değil de doğalgaz olduğunu öğrenince “rahatlayan” bir toplum haline dönüştük. Ya da terör saldırılarında can kayıplarının kitlesel seviyeye ulaşmadığı durumlarda valiler “az zayiat verdik” diye değerlendirmeler yapıyor. Şiddeti kanıksamanın ve toplumun her bir katmanının yaşadığı travmanın boyutları işte bu düzeyde.
Şiddetin biçimi, yoğunluğu ve nasıl algılandığı toplumdan topluma değişse de amacı hep aynı: Kontrol altında tutma ve otorite/ tahakküm kurma çabası.
Başta psikologlar olmak üzere araştırmacıların çok önemli bir bölümü bu tespitte hem fikir. Hal böyle olunca da; kardan adamların bile şiddetten nasibini aldığı bir toplum, otorite kurma çabasının ne kadar hastalıklı boyutlara ulaştığını gösteriyor.
Ancak “hastalık” demişken; şiddet davranışının “hastalık”, “cinnet”, “bilinç kaybı” gibi ifadelerle tanımlanmasının psikologlar tarafından tepkiyle karşılandığının da altını çizelim. Pek çok psikolog şiddetin amaçlı, planlı, sistematik ve politik nitelikte bir eylem olduğuna dikkat çekerken; “kontrol kaybı” yaklaşımının ise şiddet suçunu hafiflettiği, münferitleştirdiği ve apolitikleştirdiği görüşünde.
Ancak şiddet eyleminin kendisi bir hastalık değilse de, toplum açısından bir halk sağlığı sorununa dönüştüğünü de göz ardı etmemek lazım. Özellikle ruhsal açıdan en fazla tehdit altında olan kesim ise çocuklar. Gelecekteki hedefi idamı getirip- kimsenin yapamadığı şekilde-geriye işletmek olan bir nesil yetişiyor!
Şiddeti münferitleştirmek bir yandan toplumsal sistemin işleyişiyle şiddet arasındaki nedensellik ilişkisini ve siyasal iktidarın bu konudaki sorumluluğunu perdelerken, diğer taraftan yaratılan “hak etme” algısı ise şiddeti “normal” hatta “meşru” hale getiriyor. Saldırıya uğrayan bir kadının “kıyafetim kapalıydı” biçiminde savunma yapmak zorunda kalması ya da tecavüze uğrayan bir kadına sanık avukatının “hoşuna gitti mi” diye sorabilme cüreti bu sapkınlığın en dramatik örnekleri arasında. Mecliste ise “bir kadın olarak sus” buyurganlığı, muhalif kadın vekillerin boğazının sıkılıp, kolundaki protezin kırıldığı bir aşamaya ulaşmış durumda. Yaptığı protesto eylemi darpla durdurulan bir kadın vekilin sosyal medya üzerinden maruz kaldığı cinsiyetçi saldırılar ise toplumsal kutuplaşmanın yol açtığı nefretin boyutlarını görmek açısından ibret verici.
- Ekonomik kriz ve piyasa ideolojisi 25 Ağustos 2019 23:30
- Anayasa Mahkemesinin barış bildirisi kararı 05 Ağustos 2019 00:20
- Kamuda TİS süreci 21 Temmuz 2019 23:56
- Sömürünün en derinine, ayrımcılığın her türüne maruz kalmak: Mülteci işçiler 01 Temmuz 2019 00:09
- Kıdem tazminatı fonu 10 Haziran 2019 00:50
- Kale Kayış işçileri 19 Mayıs 2019 20:07
- Cinsel şiddet 28 Nisan 2019 19:58
- Seçim sonrası 07 Nisan 2019 20:55
- İşçilerin can güvenliği 24 Mart 2019 20:37
- Kadın emeği 03 Mart 2019 20:40
- Tanzim muhalefeti 17 Şubat 2019 23:30
- Sendikalaşma oranları 04 Şubat 2019 00:50