22 Ocak 2017 01:56

Dünyamızdan hiç ayrılmıyordu

Dünyamızdan hiç ayrılmıyordu

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Troya savaşı sonrası Yunanlı kral Odisseus; bir yakın dostuna, ülkesine dönüşü sırasında yıllar süren o çileli deniz yolculuğundan söz ediyordu. Malta adasında yaşayan güzel tanrıça Kalipso ile olan o ünlü ve çileli serüvenini anlattı ona özellikle... Her ne kadar Kalipso’ya peri kızı diyorlarsa da Odisseus onu hep tanrıça olarak algılıyordu...

ARTIKOLİMPOS’TAN BIKMIŞTI...

Gerçekten de tanrıça Kalipso; Olimpos’ta oturan on iki tanrı-tanrıçanın tantanalı ve sürekli insanları birbirleriyle vuruşturan o hırslı yaşamlarından hep uzak durdu; hep kendi halinde dünyamızda yaşadı... 

Yaşadığı adanın bir yamacında, kişisel beğenilerine göre döşediği bir mağarası vardı. Buradan denizi bütün açıklığıyla gözlemleyebiliyordu. Bu adaya konuk olarak gelen tanrılar oluyordu zaman zaman. Bir keresinde üzüm bağlarının ve şarabın tanrısı Diyonisos; şen şakrak müzik alayıyla birlikte, birkaç günlüğüne gelip burada konaklamıştı. Ayrılırken de, anı olarak birkaç asma fidanı bırakmıştı Kalipso’ya. Kalipso, bu fidanlarla, adanın pek çok yerinde asma bahçeleri oluşturmuştu. Yardımcılarıyla birlikte, asmaların cömertçe sunduğu üzümlerden her yıl bol bol şarap kurmaya da başlamıştı. Zaten Kalipso, adasını ormanlarla, sebze meyve bahçeleriyle, yabanıl çiçek tarlalarıyla bezemişti...

Ne var ki bu güzel ve yalnız tanrıçanın, hiç beklemediği bir olay yüzünden yaşamı altüst oldu... Bir gün mağarasının önünde oturmuş, bin bir renk cümbüşü içindeki denize dalıp gitmişken, kumsala yakın bir sal üstünde yüzen birini gördü... Hemen yardımcılarını çağırıp bu yabancıyı yanına getirmelerini istedi...

O DA KENDİNDEN SÖZ ETTİ...

Bir süre sonra yanına getirdikleri bu üstü başı dökülen yabancıya, kim olduğunu bile sormadan onu mağarasına bütün sevecenliğiyle buyur etti. Bu mağara pırıl pırıl aydınlık odalar ve rengârenk çiçeklerle bezeli salonlardan oluşmuştu. Odalarda öyle altın-pırlanta cinsi değerli madenlerden yapılma eşya yoktu! Uzun sarı saçlı tanrıça; yeni konuğunun yıkanıp giyinmesini sağladıktan sonra, onu hazırlattığı sofraya buyur etti. Ve Odiseus da, başından geçenleri güzel tanrıçaya anlatmaya başladı...

Odiseus; Yunanistan’da bir kent kralıyken, güzel Helena’nın Troya’ya kaçırılması bahanesiyle başlatılan ve on yıl süren Troya savaşına gönülsüzce katıldığını anlatmakla başladı yaşam öyküsüne. Savaş sonrasında da ülkesine dönerken, gemideki yoldaşlarıyla bir adaya sığınmışlardı. Ne var ki kendisi yorgunluktan uyuyakaldığı bir sırada arkadaşları, Güneş’in sığırlarını kesip etlerini yemeye kalkmışlardı! Bu yüzden de güneş tanrısı Helyos, onun gemisini azgın bir kasırgayla vurmuştu. Bütün kürekçiler öldüğü gibi, gemisi de batmıştı! Artık  bütün savaşlardan iğrenen Odisseus’un tek amacı, yirmi yıldır hiç göremediği güzel ve soylu karısı Peneloppeya ve oğlu Telemakhos’a bir an önce kavuşmaktı!

Tanrıça Kalipso da; Baştanrı Zeus’un cezalandırdığı tanrı Atlas’ın kızıydı. Baştanrı Zeus; evrende kurduğu egemenliğine isyan ettiği için, dünyayı iki eli üstünde sonsuza dek taşımakla cezalandırmıştı babası tanrı Atlas’ı! Ve tanrıça Kalipso da, sırf tahtını korumak için babası Atlas’ı böylesine acımasızca cezalandıran Baştanrı Zeus’u hiç sevmiyordu. Bu yüzden sürekli tanrılarla boğuşmak zorunda kalan Odiseus’un serüvenlerini dinledikçe, ona daha da çok ısınmaya başladı.

Ve yazgının bir cilvesi olarak Odiseus da, masallarda anlatılan güzellikteki bu adada, büyük bir aşk yaşamaya başladı tanrıça Kalipso ile: “Ve tanrıça, oyuk mağarasında alıkoymuştu onu, 
Artık Odisseus hep yanımda kalsa diyordu...”

Ne var ki birsüre sonra Odisseus’un bir an önce yurduna ve çok sevdiği karısı ve çocuğuna kavuşma hasreti baskın çıkmaya başladı... Bu yüzden; “Gündüzleri kayalıklarda, bakıyordu hasat vermez enginlere,
bakıyordu, iki gözü iki çeşme...”

DÜNYAMIZ ÇOK DAHA GÜZEL OLMALIYDI!

Ama Kalipso da onun sonuna dek kendisiyle birlikte yaşamasını istiyor; gece gündüz diller döküyordu! Yedi yıl süren bu çilelerin sonunda, artık Olimpos’taki bir kısım tanrılar da acıdı Odiseus’un bu haline... Ve Baştanrı Zeus’un  Odiseus’u Kalipso’nun elinden kurtarmasını istediler. Zeus da; acıdığından değil, sırf Kalipso’yu kıskandığı için postacısı tanrı Hermes’i Kalipso’nun adasına gönderdi. Güzel Kalipso, Olimpos’tan gelen bu tanrıya mağarasında yemekler yedirdi ve kendi elleriyle kurduğu şarabından sundu... Ve sonunda Hermes, üzülerek de olsa Zeus’un buyruğunu iletti tanrıçaya: Kalipso’nun Odisseus’u hemen yurduna göndermesi gerekiyordu! Bu buyruk karşısında Kalipso donakaldı ve haliyle küplere bindi öfkeden:

“Amma da kıskançsınız, tanrılar, yazık size!
Çok görürsünüz mutluluğunu bir tanrıçanın!
Yani sevdiği erkekle yaşamasını...
Tanrıça Demeter de gönül vermişti bir ölümlüye,
Siz, Olimposlu tanrılar, çok görmüştünüz onu da.
Zeus tepelediydi erkeği, o acımasız yıldırımlarıyla...”
Odisseus’a büyük bir aşkla bağlanmış olan Kalipso; Olimposlu kıskanç tanrılara içinden geldiği gibi, uzun uzadıya verdi veriştirdi...

Ne var ki, bu güzel dünyamıza hayran ve insanlarla onu daha da güzelleştirmeye kararlı tanrıça Kalipso; Baştanrı Zeus’un buyruğu üstünde düşünmeye başladı... Çünkü güzel Kalipso; dünyamızı tek başına omuzları üstünde taşıma cezasını çeken babası tanrı Atlas’a ve çok sevdiği insanlara dayatılan sözde yazgıyı kırmak istiyordu...
***
Mitolojiyle ilgilenen okurlarımıza aşağıdaki kitapları öneriyoruz:
- Akdenizli Tanrılar (Yaşar Atan – Evrensel Basım Yayın – 2. baskı)
- Akdeniz Mitologyasından Efsaneler (Yaşar Atan – Evrensel Basım Yayın)
- İnsan ve Tragedya (Andre Bonnard – Çev: Yaşar Atan - Evrensel Basım Yayın - 2. baskı)

 

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...