06 Kasım 2016 01:00

Ağaca dönüşen güzel Driyope

Ağaca dönüşen güzel Driyope

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Akdeniz coğrafyasındaki bütün bitkiler; özellikle ağaçlar, insan gibi canlı varlıklar olarak algılanageldi hep... Çünkü onların gövdelerinde, Driyadlar (*) denen perikızları yaşardı! Bu güzel mi güzel perikızları; bedenlerinde yaşadıkları ağaçlarla birlikte, günü geldiğinde ölürlerdi... Bütün canlılar gibi toprağa karışırlar ve gene kökler aracılığıyla emilip diğer bitki bedenlerine geçerlerdi...

DRİYADLAR GECELERİ OYUNLAR OYNARLARDI

Geceleri karanlık iyice bastığında Driyadlar; yaşadıkları o gür ormanlardaki ağaç bedenlerinden ayrılıp el ele tutuşurlar; birlikte söyledikleri çok ince bir ezginin eşliğinde oyunlar oynarlar ve yaşam denen o evrensel hazineyi, ürpertici bir sevinç çığlığına dönüştürürlerdi... Sonra da yeniden ayrıldıkları ağaçların ve bitkilerin bedenlerine geri dönerlerdi... O yüzden insanlar gibi aşkları, sevinçleri ve gözyaşları olan ağaçların ve büyük ormanların bol olduğu Akdeniz ülkeleri; bütün canlılarda var olan yaşama sevincini dillendiren tiyatrolar ve stadyumlarla bezeliydi.. Zaten Akdeniz coğrafyasında ağaç; hem kutsal hem de insanların en yakın yoldaşı olarak algılanırdı hep. Gene o yüzden soylu ozanların alınlarını defne dalından, yengi kazanmış sporcularınkini ise zeytin dalından çelenklerle süslerlerdi...

ORMANLAR HALKLARIN SİMGESİYDİ...

Ağaçlara balta vurulduğunda Driyadların kanlarının aktığı, ağlayıp inledikleri rahatça duyulabilirdi! O yüzden ormanlar; insanların bir arada oluşturduğu halkların simgeleri olarak da algılanırdı. Buna karşın Mısır coğrafyasında örneğin, orman yokluğu yüzünden, yaşam ve ölümsüzlük; mumyalanıp mezarlara, ehramlara gömülmüştü hep...
İşte Akdeniz ülkelerinin birinde bir zamanlar, Kliti adlı güzel mi güzel bir kız yaşıyordu. Bazen yalnız, bazen de arkadaşlarıyla birlikte sık sık kendi tarlalarına gidip biraz gezer tozar; çiçeklerle böceklerle oynaşır, sonra da çimlerin üzerine uzanıp gün boyu gökyüzünde ağır ağır yol alan güneşi izlerdi... Kısacası Güneş’e ve onun ışığına âşıktı güzel Kliti! Ne var ki uzun süre gökyüzünde izleyemezdi onu; çünkü gözleri yanar sulanırdı...
Bir süre sonra, Güneş’in atlı arabasında oturan ve sevip âşık olduğu varlığın tanrı Apollon olduğunu öğrendi sabah yıldızından... Bu arada Kliti’ye tutulan Apollon da, onun gözlerini yakıp sulandırmaz oldu. Ve Kliti de, her gün gözleriyle Güneş’in arabasındaki tanrı Apollon’u akşama dek izlemeye ve karşı dağın arkasına çekip giderken ertesi sabah buluşmak üzere vedalaşmaya başladı... İşte böyle böyle, sırılsıklam âşık olup bakışlarını ayıramadığı Güneş ve Işık tanrısı Apollon da, hep beni gözleriyle izlesin diye, bu güzel kızı sapsarı bir çiçeğe  dönüştürüverdi! Ve bu güzel sarı çiçeğe, “güneşçiçeği” adını taktı yöre halkı. Ama kimileri de “ayçiçeği” diyordu. İşte bu sarı çiçek, ta o zamandan beri güneşten yüzünü ve gözlerini ayırmaz oldu... Böylece ayçiçeğine dönüşen Kliti, artık gökyüzünde Güneş nereye giderse, o da onu başıyla izlerdi...
Gene bu güzeller güzeli Kliti’nin yaşadığı serüvenler gibi, aynı coğrafyada yaşayan Driyope ile İole adlı iki kızkardeşin serüvenleri de hiç düşmezdi dillerden... Bu kardeşlerden Driyope, evliydi ve bir de bebeği vardı. Bir gün bu iki kız kardeş, bebeği de yanlarına alıp testileriyle birlikte köyün ortak pınarına su almaya ve de biraz gezip hava almaya çıktılar... Pınara geldiklerinde, kucağındaki bebeğiyle oynarken Driyope, yanında tepeden tırnağa çiçek açmış mersin ağacından bir dalı, ne yaptığının bile ayırdında olmadan çekip koparıverdi!

DRİYOPE ÇOK KORKTU...

Ne var ki dalın koptuğu yerden ağacın kanı olan özsuyun damla damla akmaya başladığını görünce telaşlandı; eli ayağı birbirine dolaştı. Çünkü ağacın bedeninde yaşayan Driyad’ı istemeden yaraladığını anladı hemen! Korkuya kapılıp kucağındaki bebeğiyle birlikte canhıraş kaçmaya başladı. Ama pek fazla uzaklaşmamıştı ki, beline dek aniden toprağa gömüldü... Bir eliyle çocuğunu sıkıca tutmaya çalışırken öteki eliyle de; “Eyvah ben ne yaptım?” diye saçını başını yolmaya başladı... Ne var ki eline bakınca bir tutam mersin yaprağı vardı saç yerine avucunda... Ağlayan bebeğini emzirmek isteyince de memelerinin katılaştığını ve sütünün kesildiğini gördü! Yanına koşarak gelen kız kardeşi İole; gittikçe dal budak sarıp ağaçlaşan kız kardeşine sarılıp hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. Az sonra da bütün bedenini kabuk sarmaya başladı Driyope’nin... Zar zor; “Hiç de günahım yok benim!” diye bir şeyler söylemeye çalıştı...” Çocuğumu alın hemen! Bir sütnineye verin. Sık sık onu dallarımın altına getirin. Gölgemde koşup oynasın; burada yanımda büyüsün!... Ama ağaçların dallarını yapraklarını koparmasın sakın! Onlar da benim gibi bir anadır...” Sözlerinin burasında sustu... Çünkü yüzünü, dudaklarını da bir kabuk sarıp kapatmıştı artık!
Driyope artık arkadaş edindiği bütün ağaçlarla ve bedenlerinde yaşayan Driyadlarla birlikte yaşamını sürdürmeye başladı.
Ve gölgesinde bütün çocuklar güle oynaya büyüsünler, kardeşçe yaşamayı öğrensinler diye, yapraklarını avuç içi gibi açıp günışığıyla besleniyor; renk renk çiçeklerle, çeşit çeşit meyvelerle donanıyordu...
Kardeş edindiği bütün ormanların ağaçları gibi...

(*) “Dris”, Yunancada “ağaç” demektir.

Mitolojiyle ilgilenen okurlarımıza aşağıdaki kitapları öneriyoruz:
- AKDENİZLİ TANRILAR (Yaşar Atan – Evrensel Basım Yayın - 2. Baskı)
- AKDENİZ MİTOLOGYASINDN EFSANELER (Yaşar Atan - Evrensel Basım Yayın)
- İNSAN VE TRAGEDYA (Andre Bonnard (Çev. Yaşar Atan – Evrensel Basım Yayın 2. Baskı)

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...