25 Eylül 2016 00:21

Hep güneşi düşünüyordu çocuk

Hep güneşi düşünüyordu çocuk

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Yunanistanlı kral Odisseus; bir akşam çocuklarına; Troya’da duyduğu Faeton’un öyküsünü anlattı kendince...
Geçekten de o eski çağda dillere destan olduğu gibi Okyanus Kızı güzel Klimene’nin oğluydu o yaramaz Faeton 
Ve Faeton, adının “parlak, ışıldayan” anlamına geldiğini biliyordu bilmesine, ama babasının kim olduğunu bilmiyordu! Sokak arakadaşlarından Epafos, kendisinin Baştanrı Zeus’un oğlu olduğunu söylüyordu sık sık! Sırf babası belirsiz Faeton’un damarına basmak için! Artık bu konuda diğer arkadaşlarının da iğneli sözlerine dayanamadığı bir gün, babasının kim olduğunu ille de söylemesini istedi anası Klimene’den. Anası da şişine şişine, Güneş’in oğlu olduğunu söyledi ona... Haliyle Faeton böyle bir şeye inanamadı. Gerçeği kendi gözleriyle görebilmek için doğruca Güneş tanrısı Helyos’un oturduğu ve duvarlarından ışıklar saçılan sarayına gitti. Kimseler engellemedi onu saraya girerken... Ve az çok seçebildiği ilk odaya da hemen daldı! Odada parlak tacıyla tahtında oturan Güneş tanrısı Helyos; “Gel bakalım Faeton” dedi gülümseyerekten. “Otur şöyle yanıma da, derdini söyle!” 

OĞLUM, ANNEN HAKLI...

Faeton söyleyeceği sözü hiç dolandırmadı: “Anama sordum. Benim babam senmişsin, doğru mu diye sormaya geldim...”
Tanrı Helyos, yaramaz oğlunun altın saçlarını uzun uzun okşadı... Sonra da anasının söylediklerini doğruladı. Ama Faeton gene de pek inanmışa benzemiyordu. “Bak güzel oğlum” dedi bunun üzerine tanrı Helyos. “Bana inanabilmen için benden ne dilersen dile; dileğini hemen yerine getireceğim!”
Belki de Güneş’in oğlu olduğundan Faeton, ta çocukluğundan beri gökyüzüne hayrandı hep. Akdeniz’in yaz gecelerinde uçuşup oynaşan yıldızlar pek uyutmazdı onu. Bazı günler Güneş tanrısının koşturduğu o ışıklı arabaya bakar bakar; “Bu arabayı bir günlüğüne de olsa, biraz ben koştursam!” diye iç geçirirdi... İşte şimdi bir gerçekle yüz yüzeydi artık: Güneş’in öz oğluydu! 
“Baba, şu senin atlarla bir günlüğüne ben koşturacağım Güneş’i gökyüzünde!” dedi o çocukluk ateşiyle... Helyos birden irkildi; hatasını anladı. “Oğlum” diye başladı, “Bahçede gördüğün o delişmen atlar; öyle herkesi dinlemez... Okyanuslardan kalkıp dik dağlardan tırıs geçmek ve daha sonra canavarların içinden sıyrılıp dör tnala gökyüzlerine tırmanmak, öyle pek kolay değil, sevgili güzel oğlum! Ben bile bazen elimde olmadan fazla alçaldım mı, etraf tutuşacak gibi oluyor!” Faeton sarayın bahçesindeki atlara dikmişti gözlerini. Babası tanrı Helyos’u dinlemiyordu bile... 

KİMSEYİ DİNLEMEZDİ ARTIK FAETON!

Güneş’in atları da her günkü gibi koşu sonrası okyanusta yıkanmış, karınlarını doyurmuşlardı. Sarayın bahçesinde az sonra gökyüzünde birlikte yeniden başlayacak koşuyu bekliyorlardı. 
Güneş tanrısı, oğlu ne isterse yerine getireceğine ant içmişti bir kez; artık dönemezdi sözünden... Faeton da hınzır bir “dediğim dedikçi”ydi üstelik! Babası susunca, bir ok gibi fırlayıp sarayın bahçesindeki atların yanında aldı soluğu Faeton...
Gökyüzündeki yıldızlar çoktan çekip gitmişlerdi uykularına... Yalnızca Şafak tanrıçası gül parmaklı Eos kalmıştı ortalıkta. O da yeri, göğü ve de denizleri habire kızıla, maviye, safran sarısına boyuyordu acele acele... 
Faeton dizginleri eline alıp atlara deh dediğinde, haliyle atlar sürücülerinin çaylak biri olduğunu hemen anlayıverdiler! Bu yüzden de delicesine bir hızla, gökyüzünün derinliklerine doğru şahlanıp dört nala koşmaya başladılar... Atların delişmenliğinden ürken Faeton, bir süre sonra dizginleri bırakıverdi elinden! Artık dizginsiz kalan atlar başıboş, hızla yeryüzüne doğru alçala alçala koşuyorlardı. Güneş’in arabasının saçtığı ışık ve ateş yüzünden Kazdağları, Parnasos, tanrıların ülkesi Olimpos’taki tepeler ve nice vadiler ardı ardına tutuştu... Haliyle ırmaklar, göller buharlaşıyor, kaçacak delik arıyorlardı. Büyük bir korkuya kapılan Nil Nehri de her nasılsa başını bir yere sokup saklanabildi! O yüzden de zaten o gün bugündür Nil ırmağının başı olan kaynağının nerede olduğu hâlâ bilinemiyordu! Güneş’in atları, Orta Afrika göklerine geldiklerinde de artık iyice alçaldılar ve oralardaki insanların derilerini yakıp kararttılar!

FAETON’U ÇOK SEVİYORLARDI...

Üstelik Olimpos’ta oturan tanrılar da sıcaktan boğulur gibi oldular ve Baştanrı Zeus’tan hemen yardım istediler... Zeus, gönderdiği bir yıldırımla Faeton’un arabasını anında tutuşturdu... Ve Güneş’in oğlu alevler içinde, İtalya’daki Po Irmağı’na düştü. Po Irmağı da arabadan püsküren alevleri söndürdü hemen. Ormanlardan, ırmak kenarlarından koşup gelen ve teyzeleri olan perikızları da, topluca yanık ezgiler, türküler eşliğinde yaramaz Faeton’u sevip okşamaya başladılar. Güneşin Kızları da geldiler daha sonra ve onun düştüğü yerin çevresinde kavak ağaçlarına dönüştüler hemen... Sırf arada bir salınıp sallanaraktan estirdikleri yellerle; bu kocaman ateş yürekli delişmen kardeşlerini serinletmek için...
Daha sonraları dünyaya gelen Faeton’un yaramaz arkadaşları da, Güneş’i ve atlarını gökyüzünde özgürce koşturma hasretiyle yanıp tutuşmaya başladılar...
Ve de Faeton’un serüveni, sayısız sanatçıya ve de bilim adamlarına esin kaynağı oldu hep... 

(*) Mitolojiyle ilgilenen okurlarımıza aşağıdaki kitapları öneriyoruz:
- AKDENİZLİ TANRILAR (Yaşar ATAN– Evrensel Basım Yayım – 2. Baskı)
-  AKDENİZ MİTOLOGYASINDN EFSANELER (Yaşar ATAN – Evrensel Basım Yayım)
- İNSAN VE TRAGEDYA - ANDRE BONNARD  (Çev. Yaşar ATAN – Evrensel Basım Yayım. 2. Baskı)

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...