17 Eylül 2016 00:08

İhraçların sınıfsal niteliği

İhraçların sınıfsal niteliği

Fotoğraf: Envato

Paylaş

İktidar, kamuda istihdamı güvencesiz hale getirmeyi “terörle mücadele” diyerek savunuyor. Üstelik bu yaklaşımı darbe girişiminden çok önce şekillendirdi. 
657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun işten çıkartmaları kolaylaştıracak biçimde yeniden düzenleneceği, bunun “Teröre destek veren memurları işten atabilmek için gerekli olduğu” iktidar sözcüleri tarafından 1 Kasım seçimlerinden itibaren sıkça dillendirdi.
Darbe girişimi sonrasında ise bu politikalar, gerekli yasal düzenlemeler yapılmaksızın fiilen uygulanmaya başlandı.
Üniversite araştırma görevlilerinin OHAL kararnamesiyle bir gecede kaldırılan iş güvencesi, barış bildirisini imzalayan birçok akademisyenin ihracıyla birlikte gündeme geldi. Görevden uzaklaştırılan on binlerce kamu emekçisinin yerine ise yenileri sözleşmeli personel statüsünde atandı. Dolayısıyla kamuda fiilen hayata geçirilen yeni istihdam rejimi, sadece kurumsal yapıyı değil kadroları da yeniden yapılandırıyor. Bu çerçevede yerinden edilenlerse darbeci yapıyla ilişkili olan ya da ilişkisi olduğu düşünülenlerle sınırlı değil.
Güvenlik politikalarının ‘esneklik gerekçesi’ haline getirilmesiyle beraber daralan demokratik alanın düşünce ve ifade özgürlüğüyle sınırlı kalmayacağını, bunun aynı zamanda örgütsüz ve güvencesiz istihdamın da gerekçesi halini alarak çalışma hakkından kaynaklanan bir dizi kazanımı da ortadan kaldıracağını bu köşede daha önce dile getirmiştik. 
Tıpkı bunun gibi, bugün sürdürülen ve kimi iktidar mensubunca bile eleştirilen tasfiye halinin toplumsal sonuçları da sadece tasfiye edilenlerin maruz kaldığı hak ihlalleriyle sınırlı değil. Sınıfsal sonuçları ise kamu istihdam rejiminin fiilen değiştirilmiş olmasından çok daha kapsamlı. 
Gerek imzacı akademisyenlerin gerekse doğrudan hedef haline getirilen Eğitim Sen ve binlerce üyesinin ortak özelliği, barış talebi kadar bunu emek mücadelesinin dışında görmemeleri. Nitekim Eğitim Sen’li öğretmenlerin açığa alınma gerekçesi sendikalarının çağrısıyla 29 Aralık’ta iş bırakmış olmaları. Yani sendikal faaliyet! 
Uluslararası anlaşmalardan doğan haklar bir yana, iç hukuk kapsamında da güvence altında olan sendikal hakları nedeniyle görevlerinden uzaklaştırılmış durumdalar. Yargı kararları doğrultusunda idari soruşturma konusu bile yapılamayacak bir gerekçeyle “terör şüphelisi” ilan edilerek açığa alındılar.
Barış talebi dolayısıyla ihraç edilen ya da açığa alınan eğitim ve bilim emekçileri aynı zamanda emekten ve eşitlikten yana tutumlarıyla da biliniyor. Akademinin fildişi kulelerinde boy göstermek yerine toplumla iç içe yaşıyor ve çalışıyorlar. Kimi zaman yerin metrelerce dibinde bir maden ocağında çalışma yapıyor, kimi zaman bir grev çadırında işçileri destekliyorlar. Parasız eğitim hakkını savunuyor, başta eğitim ve sağlık olmak üzere kamu hizmetlerinin ticarileştirilmesine karşı çıkıyorlar. YÖK’ün “makbul akademisyen” kategorisinin de, TÜSİAD’ın idealize ettiği öğretim üyesi tipinin de oldukça dışındalar.
Akademik birikimlerini, toplumu burjuvazinin çıkarları doğrultusunda biçimlendirmeye çalışmak yerine bu çıkarların geniş toplumsal kesimlerle olan karşıtlığını açıklamak için kullanıyorlar. Ana akımın oluşturduğu ideolojik hegemonyaya karşı işçi sınıfının çıkarlarına odaklanan bilimsel çalışmalar yapıyorlar.
Toplumsal güç ilişkilerinin devamından yana tutum almanın, bu doğrultuda egemen sınıfın çıkarlarını savunmanın da en az işçilerin çıkarlarını savunmak kadar ‘taraf olmak’ anlamına geldiğini biliyor ve anlatıyorlar.
Dolayısıyla AKP karşıtlığına indirgenemeyecek ya da güncel politikalarla sınırlandırılamayacak bir muhalif nitelik ortaya koyuyorlar. 
Eğitim ve bilim alanından uzaklaştırılmış olmalarını da işte bu bütünlük içinde ele almak gerekiyor. Bu tasfiyelerin sınıfsal sonuçlarını değerlendirirken, gerçekte tasfiye edilenin emekten yana bilimsel üretim tercihi olduğunu göz ardı etmemek lazım.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa