Cemaatleşmenin toplumsal temelleri
Fotoğraf: Envato
Başarısız darbe girişimi sonrası, ana akım medyada “Gülen Cemaati devlete nasıl sızdı” konulu programların ardı arkası kesilmiyor.
Bu programlarda, örgüte yıllarını verip pek çok suça ortaklık etmiş olan itirafçılar, modaratorün “ay ben şok” tadındaki tepkileri eşliğinde ağırlanırken, haber kanalları da Cemaatin devlete “cinler yoluyla mı”, yoksa “büyü marifetiyle mi” sızdığı konusunda yürütülen hummalı tartışmalara sahne oluyor.
İtirafçılığın “yükselen değer” haline getirilip, suç ortaklığından “kanaat önderliği”ne terfi ettirildiği böylesi bir atmosferde, sınırları itirafçılar tarafından belirlenen tartışmaların bu minvalde seyretmesi pek de şaşırtıcı olmasa gerek.
Bunun gazetecilik ilkeleri çerçevesinde nasıl yorumlanması gerektiği ise başka yazı ve yazarların konusu. Ancak “üç harfliler” tezinin iktidar partisinin kimi mensupları nezdinde de teveccühle karşılanması, reyting kaygısından ibaret olmayan bir akıl tutulmasıyla yüz yüze olduğumuzu gösteriyor.
Ekranlardaki zihin açıcı(!) değerlendirmeler bir yana, sosyoloji çalışmalarının hemen hepsi cemaatleşme olgusunun kökeninde dayanışma ihtiyaç ve arayışının yer aldığını ortaya koyuyor. Nitekim birçok dini cemaatin başlangıçta yoksul dindar ailelerin çocuklarına sağladıkları eğitim desteği doğrultusunda büyüyüp geliştikleri bir sır değil.
Geldiğimiz noktada ise bu cemaatlerin önemli bir bölümünün özellikle eğitim ve sağlık alanında hayli yol aldığı ve devletin sosyal işlevinin tümüyle ortadan kaldırıldığı bir aşamada, açığa çıkan toplumsal talebi devletten aldıkları teşvikle karşıladıkları da biliniyor.
Nitekim darbe ile mücadele kapsamında kapatılan kurumlar arasında çok sayıda okul, yurt ve sağlık kurumu bulunması, yaşadığımız tehdidin kamusal eğitim ve sağlık ihtiyacından azade olmadığının en açık örneği.
Dolayısıyla başarısız darbe girişimi, tıpkı laiklik ve liyakat gibi hak temelli sosyal politika ihtiyacının da toplumsal açıdan taşıdığı önem ve aciliyete işaret ediyor. Kamunun sorumluluk alanının dışına çıkartılan böylesi bir “hizmet” yaklaşımının eşitsizliği yeniden üretmek yanında başkaca nelere hizmet edebileceğini tüm çıplaklığı ile gösteriyor.
Bundan ders çıkartmak ise meseleyi spesifik bir cemaate sağlanan özel avantajlarla sınırlandırmayıp, bu tabloya yol veren ekonomik programı bütünsel olarak mercek altına almayı gerektiriyor.
Piyasa güçlerinin denetimsiz serbestliğini güvence altına alabilmek için yoksullukla mücadeleyi merhamet ve hayırseverliğin insafına bırakan, buna karşılık devletin sorumluluğunu sermayenin finansal yüklerini hafifletmekten ibaret sayan politikalar devam ettiği sürece, benzeri durumların er ya da geç yeniden yaşanması sürpriz olmayacaktır.
- Ekonomik kriz ve piyasa ideolojisi 25 Ağustos 2019 23:30
- Anayasa Mahkemesinin barış bildirisi kararı 05 Ağustos 2019 00:20
- Kamuda TİS süreci 21 Temmuz 2019 23:56
- Sömürünün en derinine, ayrımcılığın her türüne maruz kalmak: Mülteci işçiler 01 Temmuz 2019 00:09
- Kıdem tazminatı fonu 10 Haziran 2019 00:50
- Kale Kayış işçileri 19 Mayıs 2019 20:07
- Cinsel şiddet 28 Nisan 2019 19:58
- Seçim sonrası 07 Nisan 2019 20:55
- İşçilerin can güvenliği 24 Mart 2019 20:37
- Kadın emeği 03 Mart 2019 20:40
- Tanzim muhalefeti 17 Şubat 2019 23:30
- Sendikalaşma oranları 04 Şubat 2019 00:50