12 Nisan 2016 01:00

Çanakkale Savaşı ve tarihin diyalektiği

Çanakkale Savaşı ve tarihin diyalektiği

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Bundan 101 yıl önce, 18 Mart 1915 günü, Çanakkale Savaşı’nın başladığı gündü. Şimdi nisan ayındayız, bu önemli değil; Çanakkale direnişi üzerine her zaman yazılabilir. Ayrıca, annemin babası olan ve benim “Büyükbaba” dediğim Erkânıharb Kaymakam Selâmi Senaî Bey, Çanakkale Savaşı’nda ağır yaralanmış bir askerdi. 1945 yılında, ben ilkokul 5. sınıftayken bizim evde ölen bu aydın askerin bende bıraktığı izler derindir; ama bu satırları büyükbabamı anmak için yazmıyorum, onu anılar kitabımda anlattım. Konumuz sadece Çanakkale:
Birinci Dünya Paylaşım Savaşı’nın çok şiddetli bir parçası olan Çanakkale Boğazı’ndaki savaş, büyük bir deniz savaşı olarak başlamıştır. Ancak Churchill’in de yanıp yakındığı gibi, İngiliz Donanması burada büyük kayıp verince bu kez başka bir saldırı formülü uygulandı: İngiliz ve Fransız kuvvetleri ile İngiliz yarı-sömürgelerinden getirilen Avustralyalı, Yeni Zelandalı ve Hintli askerler, bu kez Gelibolu Yarımadası’na çıkartma yaparak kara savaşına yöneldi. Deniz savaşının ve ardındaki kara savaşlarının sonucunda düşman, Çanakkale Boğazı’ndan geçememiş, ama hem saldırgan İtilâf Devletlerinin kuvvetleri hem de Osmanlı ordusu, yüz binlerce askerini kaybetmişti. Bu yönüyle savaşın galibi yoktur. Öte yandan tarihin o günlere kadar yazdığı bu en korkunç savaş, yeni gelişmelere yol açan tarihsel bir oluşumu da sergiler:
Yurt savunmasında yaklaşık 300.000 askerimizin “şehit” olduğu Çanakkale Savaşı’nın sonucuna bakıldığında, büyük kayıplar vermemiz dolayısıyla bizim için “Yenilgi” de dense, düşmanı Çanakkale’den geçirmediğimiz için “Yengi” de dense, nesnel sonuca bakmalı: İtilaf Devletleri’nin kuvvetleri Çanakkale Boğazı’nı geçseydi tarih, ardından gelen şu gelişmeleri kaydetmeyecekti:
“Mustafa Kemal Paşa” adlı yurdunu savunan önder bir komutan kimliği ortaya çıkmayacak, böyle olunca da Paşa’nın geniş halk kitlelerini kazanması gibi geleceğe dönük bir şansı pek kalmayacaktı.
Bunun sonucunda, Anadolu halklarının Mustafa Kemal önderliğinde işgali süpüren bir “Kurtuluş Savaşı”na girişmesi olanağı, söz konusu olamayacaktı.  
Düşman, Çanakkale Boğazı’nı geçebilseydi, İstanbul’u üç yıl önceden işgal etmek gibi bir kazanımla yetinmeyecek, “İtilaf Devletleri”nin gemileri Karadeniz’e çıkarak 1917 Sovyet Devrimi’ni zora sokacak, dengeler değiştiği için belki de devrimi engellemiş olacaktı.
Sovyet Devrimi’nin gerçekleşmediği varsayılacak olsa, Anadolu halklarının Kurtuluş Savaşı sürecindeki antiemperyalist direnişine dıştan hiçbir yardım gelmeyecekti.
Evet değerli okurlarım, Çanakkale Savaşı çarpıcı bir örnektir: Sosyalistler olarak biz, üç yüz bin askerimizi yitirme pahasının karşılığındaki tarihsel diyalektiğin sonuçlarını göremezsek, geleceğimiz açısından teorik değerlendirme güvencemiz zayıflar. Genç arkadaşlarımızın Çanakkale Savaşı’na ilişkin yargılarında ideolojik yanlışlara düşmemesini bekleriz. 

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa