21 Şubat 2016

Ona barış çeşmesi diyordu halk

Yunanistanlı kent kralı Odisseus, katıldığı Troya savaşından yirmi yıl sonra bile hâlâ yurduna dönememişti. Haliyle onun öldüğünü düşünen bazı soyguncu egemenler de, sözde dul kalan karısı güzel Penelopeya’yla evlenebilmek için onun sarayına çöreklendiler. Hem sarayın, hem de halkın nesi var nesi yoksa, arsızca sömürmeye başladılar. 

TROYA SAVAŞINDAN YİRMİ YIL SONRA DÖNEBİLDİ
 

Odisseus’un yeniyetme oğlu Telemahos da; bu asalaklardan hem evini, hem de halkını kurtarmak için, anası kraliçe Penelopeya’dan habersiz bir gemiye atlayıp yoldaşlarıyla birlikte babası Odisseus’u, deniz ötelerinde aramaya çıktı. İlkin babasının dostu ve Troya savaşına katılan kral Menelaos ve karısı Helena’nın yanına gitti. Ne var ki babası hakkında pek fazla bilgi edinemeden gizlice döndü. Doğruca sadık çobanları Eumayos’un kulübesine gitti. 

Birkaç gün önce de, tanrıça Atena’nın tanınmaması için perişan bir dilenciye dönüştürdüğü babası Odisseus da, aynı kulübeye sığınmıştı...

Dilenci kılığındaki kral Odisseus ve oğlu Telemahos; sığındıkları çoban kulübesinde, birbirleriyle tanıştılar. Haliyle baba oğul, uzun süre sarmaş dolaş oldular... Artık saraylarına çöreklenmiş asalak egemenleri yok etmenin yollarını aramaya başladılar... Sonunda kurdukları plan gereğince yeni yetme Telemahos, anası Penelopeya’nın yanına gitti gizlice.

Ne var ki soyguncu egemenler, Telemahos’un deniz ötelerinden sağ salim döndüğünü duyunca şaşırdılar ve bir şekilde onu hemen ortadan kaldırmanın yollarını aramaya başladılar. Telemahos’un anası kraliçe Penelopeya da, egemenlerin bu niyetlerini hissediyor; haliyle oğlunu onların elinden kurtarmanın yollarını arıyordu...

Çoban Eumayos’un kulübesinde kalan dilenci kılığındaki yorgun ve bitkin kral Odisseus; ertesi gün erkenden uyandı. Bir an önce yirmi yıldır görmediği konağına gidip oraya çöreklenmiş egemenleri yakından tanımak istiyordu. Böylece hem karısı Penelopeya’yı, hem konağını, hem de ülkesini o asalaklar kenelerden kurtaracaktı...  Haliyle oğlu Telemahos’la birlikte... İşte böylesi düşünceler içindeyken kendisinin Odisseus olduğunu bilmeyen çoban Eumayos; “Haydi yaşlı konuğum”dedi, “hemen hazırlan. Madem kente gidip orada dilencilik yapmak istiyorsun, seni oraya götüreyim. Duydun ya, efendim Telemahos da öyle buyurdu zaten... İstersen seni Odisseus’un konağına da götürürüm! Her neyse, aslında ben senin burada, sürülerin başında bekçi olarak kalmanı istiyordum. Benim kazandığım ikimize de yeter artardı!”

ODİSSEUS’UN BARIŞ ÇEŞMESİ

Çoban Eumayos, bir eli değnekli kral Odisseus’un koluna girmiş, birlikte tökezleye tökezleye kente doğru yol alıyorlardı... Bir ara yolları üstündeki o ünlü çeşmenin önüne geldiler. Çeşmeden gürül gürül su akıyor, çevresine de serin serin damlacıklar saçılıyordu... Bu su karşıdaki yüksek tepedeki kayaların arasından sızıyordu süzüle süzüle... Baştanrı Zeus’un kızları olan superileri de, bu çeşmeden pek ayrılmıyorlardı... Dilenci kılığındaki kral Odisseus, yıllar önce, Başkral Agamemnon’un çıkarları uğruna Troya’ya talan savaşına gitmeden önce yaptırmıştı bu çeşmeyi. Hem halk, hem de çobanlar ve sürüleri, kana kana  içerlerdi bu sudan. Kentte boş kaldıklarında canı sıkılan gençler de sık sık bu çoban çeşmesine gelip oyunlar oynarlar, çeşitli sanatsal ve de sportif yarışmalar düzenlerlerdi... Zaten yeni gençlik, kralları Odisseus’un Troya’da başına gelenleri öğrendikten sonra, artık savaştan iğreniyor ve bütün güçlerini bu türden etkinliklere yönlendiriyorlardı...

Çeşmeye bir süre öylece bakakalan yaşlı dilenci kılığındaki Odisseus’un gözleri yaşardı. Çünkü bu çeşmeyi yaptırdığı yıllardaki halkının ve de kendinin yaşadığı barış günlerini anımsadı... “Bu çeşmeyi Kral Odisseus yaptırmış ve halk ona Barış Çeşmesi adını vermişti...” dedi çoban Eumayos... Daldığı düşten uyanan yaşlı dilenci görünümündeki Odisseus, birden eğilip gürül gürül akan çeşmeden kana kana su içti ve saçını sakalını usul usul yıkadı. Çoban Eumayos da, düşmemesi için ona destek oluyordu...

YAŞLI KÖPEK, ODİSSEUS’U TANIDI

Çeşmeden ayrılıp dinlene dinlene epeyce yürüdükten sonra Odisseus’un konağı önüne geldiler... Konağın avlusundaki kraliçe Penelopeya’nın talipleri arsız egemenler; kestirdikleri en besili koyun, kuzu ve dana etlerini ateşte kızartıp kızartıp yiyorlar; halkın kurduğu en kıvamlı şarapları içiyorlardı...  Avlunun bir köşesine çekilmiş ozan Femyos’un sazından süzülen ezgiler de, dolana dolana çevreye yayılıyordu... Güneşin yorgun atları da ufuktaki denize dalıyorlardı artı yavaş yavaş. “Burası Odisseus’un konağı olmasın?” diye sordu dilenci kılığındaki Odisseus... “Tam üstüne bastın ihtiyar!” dedi çoban Eumayos. “Ama şimdi içeri nasıl gireceğiz, onu düşünelim önce...”

Çoban Eumayos bir şeyler anlatmaya çalışırken, birden karşıda, gübreler içinde yatan bir köpek gördü Odisseus... Köpek onları duyunca kulaklarını dikti... Zorlukla dört ayağı üstünde durmaya çalıştı. Ama hemen yere devrildi.
Odisseus’un Argos adlı sadık köpeğiydi o... (*)

(*) Mitolojiyle ilgilenen okurlarımıza aşağıdaki kitalarımı öneriyorum:
AKDENİZLİ TANRILAR (Evrensel Yayınları, 2. baskı)
AKDENİZ MİTOLOGYASNDAN EFSANELER (Evrensel Yayınları)

***
ŞİİR ÜLKESİ
Neredeyse şiir ülkesi
Hep onu aradım dünyamızda
Güneşin atları orda geç yorulurdu hani
Gökyüzünde koşarlarken dört nala
Çocuklar beşiklerinde gülerdi

Şiir ülkelerinde insanlar
Ağaçlarla denizlerle iç içe
Hiç yorulmaz çalışır severlerdi
Ne varsa elde kalan sonunda
Kardeşçe bölüşürlerdi

Ve aşk serperdi her sabah
Esmer Nausikaa 
Güzeller güzeli 
Tohumlar hemen çatlar
Uyanan sular ürperirdi

İçimde küllenmiş bir korsun
Hasretimsin velhasıl
Şiir ülkesi.

Yaşar ATAN

Evrensel'i Takip Et