Mustafa Koç’u nasıl hatırlayalım?
“Burjuvazinin arkasından göz yaşı dökmeye dair” başlığıyla...
Dünkü Pazar ekinde dahil olmuştuk... Türkiye’nin en köklü sermayesi Koç grubunun ferdi Mustafa Koç’un ardından sürdürülen tartışmaya.
Özetle demiştik ki...
Meseleye sınıfsal bakanlar açısından, meseleyi kişiselleştirmek (Ali, Mustafa, Vehbi meselesi gibi algılamak) doğru değil.
İşçi sınıfı 200 yıl önce kavradı... Sorunun, işsizliğinin ve yoksulluğunun kaynağı olarak gördükleri için kırdıkları makinelerin değil, makinelerin sahiplerinin kurdukları düzen olduğunu.
Bu nedenle ‘bir burjuva öldü’ diye sevinmenin yersiz olduğunu fakat... Mustafa Koç övgüsünün yoğun bir şekilde topluma boca edilmesi karşısında da bazı sınıfsal hatırlatmalar yapmanın da anlaşılır olduğunu dile getirmiştik.
“Ama laik sermayenin temsilcisiydi”...
“Demokrat bir burjuvaydı”...
“Gezi direnişçilerine el uzatmıştı”...
Sınıfsal hatırlatmalara gelen böylesi itirazların tartışmayı derinleştirmeyi gerekli kıldığını vurgulamıştık.
BÜYÜK TARİHÇİ, FİLOZOF TARTIŞMAYA KATILINCA
Taner Timur hocamız BirGün gazetesinde...
“Koç ailesinin ‘Saga’sı ve bir Koç’un ölümü” başlıklı yazısını...
“Daha çok, bir karşı-devrim ortamında zulme direnenlere yardım eden yönüyle anımsanmalı diye düşünüyorum. Bir Haziran günü, bir ‘kalender’ iş adamı olarak ‘çapulcu’ların yaralarını sararken” sözleriyle bitirince...
Birçok kişi, “Topyekün sermaye karşıtlığına gerek yok!” diyerek, Taner Hoca’ya kulak verilmesi çağrısı yaptı.
Öncelikle belirteyim ki, Taner Timur, benim için büyük bir tarihçi, filozof ve bilge!
Bütün bir insanlık tarihini mükemmel bir sınıfsal analizle damıtıp önümüze koyma meziyetine sahip bu bilge adamın yazısı, Mustafa Koç tartışmalarda bazılarınca şu sözlerle referans gösterildi: Taner Hoca sizin kadar sınıfsal bakmayı bilmiyor mu?
Benim için, ‘sınıfsal analiz’ ve ‘Taner Timur’ gibi çok kıymetli iki mevzu söz konusu! Böyle olunca... İkisini de değersizleştirmeden, tartışmanın derinleştirilmesi kaçınılmaz oldu.
Tabii ki derinleştirmeyi...
‘Devrim-karşı devrim’ tezleri...
‘Burjuva, sermaye, devlet, piyasa’ kavramları...
‘AKP’nin sermaye ile bloklaşma ve çatışma’ halleri gibi...
Kapsamlı konuları içeren bir tartışmayı köşe sınırlarına sığdırmanın zorluğunu bilerek yapmaya çalışacağız!
BURJUVA NEDİR, ‘KOÇ’LAR BURJUVA MIDIR?
Önce burjuva tanımından başlamak lazım.
Değerli meslektaşım, sevgili hemşehrim İsmail Saymaz, “Burjuva başka zengin başka” dedi. Ve kıyamet koptu diye değil!
Kapitalist bir toplumda devlet ile burjuva arasında sınıfsal ilişkinin varlığının daimi olduğu gerçeğini bir kez daha teyit edebilmek için.
‘Sanayi Devrimi’nden bu yana, kapitalist üretim sisteminin egemen sınıfına “burjuvazi” denir.
Marksist literatürde burjuva, üretim araçlarının özel mülkiyetine sahip, ücretli işçi çalıştırarak sermaye birikimini sürdüren kapitalisttir. Hemen belirtelim ki burjuva kavramı sadece iktisadi değil, bütünlüklü bir hegemonyaya işaret eder. Politik, ekonomik, kültürel, bilimsel...
Kurulan müzeler, gerçekleştirilen sanat etkinlikleri, oluşturulan orkestralar, spora verilen destekler de...
Dinin sermaye birikiminin ve sermaye birikimine hizmet edecek bilimin önünde engel oluşturmaması adına savunulan laiklik de...
Burjuvazinin hegemonya mücadelesinin bir parçasıdır.
Bu anlamda, bu ülkede burjuvaziyi tam anlamıyla TÜSİAD üyesi kapitalistlerin temsil ettiği
açık. Koç’lar da TÜSİAD’ın kurucu üyesi olduğuna göre, Koç’ların da burjuva temsilcisi olduğu aşikar.
BURJUVANIN KANLI TARİHİNİ HATIRLAMAK
Bu coğrafya, 100 yıl içinde devlet eliyle yapılan birçok baskı, zulüm, katliama ev sahipliği yaptı. Ama devletin tüm bu zulüm ve katliamları kim adına yaptığı pek tartışılmadı. Ya da tartışmalar devlet bürokrasisinin ceberutluğu, diktatörlüğü, İttihat Terakki’nin anlayışı ekseninde yoğunlaştı.
Oysa Türk ulus devletini kurmak adına hayata geçirilen hiçbir baskı, cinayet, zulüm Türkler adına yapılmadı.
Gayrimüslimlerin kökü, Türkler rahat etsin diye kazılmadı. Önce ‘milli’ burjuva yaratılsın diye, sonra da yaratılan o burjuvazi ihya edilsin diye... Yani bir sınıf adına işlendi tüm tarihsel günahlar.
Tarihi, sınıf mücadelesinin dışında, soyut bir demokrasi-otoriterlik çekişmesi içinde yorumlayanların görmediği bir arka plandır bu.
Tarihi sınıfsal okuyan Taner Timur hocamız da yazısında Koç’ların gayrimüslim ortaklıklardan bahsederken günahları es geçmiş.
Koç ailesinin yüz yıllık tarihine ışık tutan yazısında Taner Hoca, ailenin ilk yıllarını şöyle tarif ediyor: “Bir yanda devlet ana, öbür yanda gayrimüslim iş dünyası ve bir yerlere gelebilmek için, Koç ailesi her ikisine de muhtaç.”
Bu nedenle Koç ailesi devlet gibi fanatik davranmıyor, Ermeni ailesi olan İkizyan’larla ortak kurup büyüyor.
Taner Timur’a göre bu durum, “Koç’ların iş alanında çağdışı din fanatizmi ve dar milliyetçilikten uzak bir tavrı ve ailenin lehine kaydedilecek bir tutum”dur.
Oysa bu tutumun basit bir burjuva faydacılığı olduğunu ilerleyen tarih bize gösteriyor. Koç grubunun 1930 yıllardaki demir boru imalatındaki, zeytinyağı üretimindeki azınlık ortaklatırı ne oldu da yok oldular?
KREDİLER, DARBELER!
1942 tarihli...
Gayrimüslimlerin birikimlerine bir kez daha sistemli bir şekilde el konulmasının en açık örneğini oluşturan...
Varlık Vergisi uygulaması ekonomik bir soykırımdı!
Kısacası Varlık Vergisi gayrimüslimlerin sermayesinin Müslüman Türk kapitalistlere aktarmanın adıydı.
Kimse “Ama Müslüman-Türk burjuvalara da vergi salındı” demesin. İş Bankası Koç’tan Bezmen’e, Sabancı’dan Has’a kadar tüm yerli burjuvalara kredi açtı.
İş Bankası, Koç’lara ödemesi gereken verginin üzerinde kredi tahsis etti. 600 bin lira vergi kesilen Koç’a 880 bin lira kredi tahsis edildi.
Verilen bu krediler sermaye değişiminde büyük işlev gördü.
Cumhuriyetin kuruluşundan itibaren devlet eliyle palazlanıp sonra da TÜSİAD çatısı altında birleşen burjuvazi ekonomik ve politik süreçlere damgalarını daha kesin vurdu. Her günahta hükümetlerin suç ortakları oldu.
Askerlerin eseri gözüken 12 Eylül darbesinin iki ana aktöründen biri (Diğeri ABD öncülüğündeki emperyalizm) burjuvazinin ta kendisiydi.
Öncesinde bir taraftan ilanlarla... Diğer taraftan, ekonomik hamlelerle hükümete savaş açan
burjuvazi, darbe sonrasında da açıkça bir itirafta bulundu: “Bugüne kadar hep işçiler güldü bundan sonra biz güleceğiz!”
Bu kanlı tarihi görmezden mi geleceğiz?
KARŞI DEVRİM KAVGASI VAR MI?
Taner Timur, yazısında “karşı-devrim ortamından” bahsediyor.
Ortada kapitalizme ve Amerikan hegemonyasına karşı bir devrimden bahsedebilir durum yok.
Taner hocanın karşı devrimden kastı... 13 yıl boyunca laik kadroların yavaş yavaş devletten tasfiye edilmesi. Eğitimin İslamileştirilmesi. ‘Yeşil’ sermayenin palazlandırılması. Diyanetin daha çok toplum hayatına müdahalesinin önünün açılması. Kamusal alanının giderek dincileşmesi...
‘Koç’lar ve TÜSİAD ise laik sermaye.
Bu ikilemde aklımızdan çıkarmamamız gerekir ki, 1980 sonrası devletin muhafazakar-neoliberal yapılandırılması da bu laik sermayenin tercihiydi.
AKP de bu oyunu koyulaştırdı ama bozmadı.
Siz hiç ülke burjuvazisinin ‘karşı devrime’ karşı güçlü bir itirazını gördünüz mü?
AKP ile büyük sermaye grupları arasında en fazla biraz buz olabilir. İlk temasta hemencecik eriyecek cinsten.
Asla aşılmaz duvarlar olamaz!
Zira Cumhurbaşkanı da, AKP’de ala bir kapitalist. Neoliberal ekonomiyle zerrece sorunları yok! AKP’nin içli dışlı olduğu, hatta yapışık olduğu sermaye grubu da neoliberal model içinde geliştirildi. O sermaye grubunun emeği ezme kapasitesi bu model ile güçlendirdi.
İşte kurulan bu çark, büyük sermayenin de geliştiği güçlendiği zemini oluşturdu. Bu nedenle büyük sermaye de alamadığı üç beş ihaleyi dert etmedi.
Yandaş basının Mustafa Koç’un ölümünün ardından, şirketi 13 yılda (AKP iktidarına denk gelen süreçte) kat kat büyüttü manşetleri maalesef gerçek.
AKP büyük sermayenin de önünü açtığı sürece... Laik sermayenin, AKP’nin kültürel hegemonya kurabilmek için seküler ve Batılı hayat kültürüne savaş açmasında bir sorun yok!
GEZİ’DE KARŞIT SINIFA KARŞI BİRLİK
Pazar ekindeki dünkü yazıda şu tespiti yapmıştık: Gezi dönemi, tıpkı emekçiler ve bir çok toplumsal kesim gibi, bu ülkenin en başat sermayesinin, burjuvazisinin örgütü TÜSİAD üyeleri üzerinde de hükümet baskısının iyice arttığı bir dönemdi. Burjuvazinin de iktidarı dizginlenmeye ihtiyacı vardı. Ve bu nedenle burjuvazi Gezi’ye desteğini esirgemedi.
İş sınıf mücadelesine gelince burjuva-devlet ortaklığının kas katı durduğunu gördük. Divan Oteli’ni Gezicilere açanlar, aynı dönem, Divan Pastanesi’nde çalışanların sendikalaşmasına izin vermediler. Devlet polisini gönderdi işçilerin üzerine.
Birleşik Metal-İş Sendikası’nın grevi yasaklandı. Mayıs ayında metal grevinde tekrar gördük aynı ittifakı.
Şirketlerine vergi memurlarının salındığı, meydanlarda Koç grubunun adının zikredilip düşmanlık yapıldığı bir dönemde dahi... Recep Tayyip Erdoğan’ın, Ford Otosan’ın Yeniköy fabrikasının açılışında Koç’larla samimi pozlar verdi. Hükümet ile büyük burjuvazi arasında çatışmanın en şiddetli olduğu anda bile büyük bir uzlaşmanın mevcudiyetini gözümüze sokarcasına.
ELBETTE ÇATIŞMA VAR!
Bugün AKP’nin oluşturduğu ve temsil ettiği sistemin adı şöyle özetlenebilir: Otoriter bir muhafazakar kapitalizm! Muhafazakar kapitalizmin işleyiş yasaları, kapitalizmin işleyiş yasalarıyla aynıdır.
Bu aralarında hiç çatışma olmadığı anlamına gelmez. Söz konusu çatışmanın ülke içi etkenleri ekonomik, kültürel hegemonya savaşı. Dış etkenleri ise 2008 dünya ekonomik krizi ve Arap ayaklanmaları.
İlki, yani ekonomik kriz pastayı küçültürken devleti daha çok işin içine soktu kavgayı ateşledi. İkincisi yani Arap baharı, İslamcıların muhafazakarlaşıp liberalleşirken, seküler liberallerle oluşturduğu bloklaşma sürecini darbeledi.
Türkiye bu blok modeliyle Ortadoğu’ya örnek olup lider ülke olacaktı. Fakat Arap ayaklanması sonrası iktidara gelen İslamcılarda modelin hiçbir karşılığı olmadı. Sonrasında bölge yangın yeri oldu. Türkiye de, iyice, mezhepçi çatışmanın tarafı oldu. AKP için bloktaki liberaller işlevsizleşti.
Peki bu mezhepleşme sürecinde kapitalizmi sona erdirmeyen AKP, laik burjuvaziyi toptan ortadan kaldıracak mı? Tersine ilişkiler yenileniyor.
İLİŞKİLER YENİLENİYOR
Türkiye devletinin kadim müttefiklerinden İsrail’le efelenmenin ötesine geçip, geri dönülmez yola girildiği düşünülürken... Şimdi işler tamamen değişti.
Büyük burjuvazi ile de aynı şekilde ilişkiler yenileniyor.
Kürtlerle barışıp, Ortadoğu pazarına açılma hayalleri suya düşen burjuvazi şimdi AKP ile savaş ittifakı kuruyor.
Irak ve Suriye’de yeniden sınırları çizilmesinin arkasında güçlü bir paylaşım savaşı olduğu, enerji kavgası olduğu çok açık. Türkiye’de bölgede ucuz petrol ve doğalgaz akmasını sağlayacak pozisyon almaya çalışıyor. AKP ülke burjuvazisinin ufkunu Ortadoğu’ya doğru açtıkça ittifak güçleniyor.
Hayatını kaybetmeden bir gün önce Mustafa Koç, tank tüfek işlerini konuşmak için Cumhurbaşkanıyla görüşmesi bize şunu anlatıyor: Devletleşen AKP, sadece Ergenekonla değil başkaca bağlarla da ilişkileri tahkim ediyor.
Bu arada sermayeler arası (laik-muhafazakar) işbirliklerini de görebiliriz. Sonradan iptal edilse de, köprü ve otoyol ihalesindeki Koç-Ülker ortaklığı işaret fişeğiydi sanırım.
SINIFSAL HATIRLAYALIM
Eski başbakan danışmalarından biri tweet atmış. “Bu ülkede polis tarafından vurulan Dilek Doğan’a da Mustafa Koç’a da üzülmene izin vermezler İsmail! İlle de taraf olmak zorunda bırakırlar” diye...
Meseleye sınıfsal bakanlar açısından sıkıntı yok. Üzüntü duyan herkes üzülebilir. Ama birileri “Klasik sermaye düşmanlığına düşmeyin” deyip taraf olmaya davet ederse de... Marksistler de, “Sermaye üretim araçlarının üzerinden oluşan sosyal ilişkiyi anlatır, bireyi değil. Düşman o ilişkiler bütünüdür, birey değil” der. “Koç’un laikliğini de demokratlığını da ilişkiler bütünü içerisinde analiz edelim” çağrısı yapar.
Mustafa Koç’u sadece Gezi ile anlamaya çalışmak... Sermaye birikimi sürdükçe dert etmediği laikliğiyle anmak... Yazının bütününde anlatmaya çalıştığımız sebeplerle, bizi eksik bırakır. İktidarla aralarındaki çatışma kadar kankiliği görmeyi zorlaştırır. Bizi taraflardan birinin yedeğine düşürür.
İyisi mi biz Koç’ları sınıfsal pozisyonlarıyla hatırlayalım!
Evrensel'i Takip Et