O sabah güneşin atları koşmadı
Troya savaşından yirmi yıl sonra ülkesine dönebilen kral Odisseus’’laoğlu Telemahos; ülkelerine ve saraylarına çöreklenen bütün egemenleri, iki sadık çobanlarıyla birlikte, el ele verip temizlediler... Haliyle kral Odisseus; halkını köleleştirip varını yoğunu yıllardır yiyip içen o azgın egemenlerin yok edildiğinin hemen duyulmasını istemiyordu. Çünkü temizlediği egemenlerin orduları, hazırlıksız halkına hemen saldırabilirdi!
Ne var ki kraliçe güzel Penelopeya’nın yüreğinde, azgın egemenleri temizleyen adamın eski kocası kral Odisseus olup olmadığı konusunda, birtakım kuşkular dolanıyordu... O yüzden aynı salonda oturmalarına karşın Penelopeya, Odisseus’a hiç bakmıyor gibiydi... Yirmi yıl sonra o uğursuz Troya savaşından sayısız zorluklarla, boğuşa boğuşa ve haliyle binbir çeşit düşlerle halkına, yuvasına ve güzel karısı Penelopeya’ya kavuşan Odsseus da; birden düş kırıklığına uğradı. “Gözlerime inanamıyorum, kadınım!” dedi sonunda buruk buruk. “Senin bu duyarsızlığına bir anlam veremiyorum! Ta nerelerden ve neler çekerekten gelebildim buralara! Senin böyle değişmiş olabileceğini hiç düşünmemiştim!.. Ne yapalım, alnımıza böyle yazılmış! İyisi mi gidip tekbaşıma yatayım!..”
ODİSSEUS ZIPKINLA VURULMUŞA DÖNDÜ...
Odisseus’un bu sözleri üzerine Penelopeya;”Hayır, seni ne hor görüyorum, ne de düşündüğün gibi katı yürekliyim,”dedi sakin bir sesle.“O uğursuz, o nice canlar kıran Troya savaşı, seni unutturabilir mi hiç? Gece gündüz, aklım fikrim sendeydi...”
Bu sözü içtenlikle söylemiş de olsa kocasını iyice sınamak istiyordu kraliçe Peneloeya. Hemen evin sadık yardımcısı Eurikleya Nine’yi çağırdı... “Bak nineciğim, “ dedi ona biraz gülümseyerekten. “Bizim yatak odamıza, Odisseus’un sevdiği o döşeği seriver; üstünü de menevişli çarşaflarla örtersin... Hepimiz çok yorulduk...”
Penelopeya bunları söyleyince, zıpkınla vurulmuşa döndü Odisseus! Biraz sustu ama kendini daha fazla tutamadı: ”İnan, altüst ettin yüreğimi, Kraliçe Hazretleri!” diye gürledi.“Nasıl olur da benim yatağımı öyle yerinden oynatabilirler? Bir insan gücü ona yetmez ki! Bir tanrı gelip yatağımı söktüyse yerinden, onu bilemem! Hani avlunun ortasında kalın gövdeli, gür dallı yüzyıllık bir zeytin ağacı vardı... O ağacı budamış, rendelemiş, kalın bir direğe dönüştürmüştüm. Sonra da kendi ellerimle o gövdeyi yer yer oyup yatağın sedirini yerleştirmiştim. Sonra da etrafını duvarlarla çevirip ikimize özel bir yatak odası yapmıştım... İşte bu sırrı şimdi sana açıklıyorum... Yoksa biri o zeytinin gövdesini dibinden kesip yatağı başka yere mi alıp götürdü?”
O ÇOK UZUN SÜREN BİR GECEYDİ
Sözün burasında Penelopeya yerinden fırlayıp Odisseus’un boynuna atıldı hemen!.. Gözyaşları döke döke, uzun uzun sarmaştı o yorgun, o hasretiyle yıllardır yandığı kocasıyla... ”Darılma bana Odisseusum,” diye başladı konuşmaya.”Biliyorum insanların en akıllısı, en beceriklisi sensin! Ne yaparsın ki o hain egemenler, bizim o barış içindeki yaşamımızı çok gördüler.. Bizim derken, halkımızla beraber hepimizin, demek istiyorum... Troya’ya seninle savaşa giden o gençlerimizin hiçbiri dönmedi; hepsi de genç genç, tanrı Hades’in yeraltı ülkesine gittiler!.. Onların ana-babaları da, on yıllardır hep gözyaşları dökegeldiler. Tabii bu arada o temizlediğin egemenler sardı ülkemizi... Halkı kendi çıkarları için buyruklarına köle olarak aldılar.. Oğlumuz Telemahos’u öldürüp beni de yataklarına alıp götürmek istediler!.. Onları binbir hileyle, gece gündüz oyalamaya çalıştım... Daha sonra anlatırım ya... Gündüz dokuduğum kumaşı örneğin, geceleri sökerekten tam dört yıl oyaladım onları! Artık bundan böyle Odisseus’um, güzel güzel yaşamamızı engelleyen ne varsa,halkımızla birlikte tümden temizleyelim, diyorum. Kalan günlerimizi buna adayalım, istiyorum. Halkımız da, biz de çok çektik...” Burada biraz soluklandı Penelopeya. “Ya sevgili Odisseus’um, senin Odisseus olduğundan iyice emin olmak istedim. O yüzden ilk bakışta sana hemen inanmadım. Ama artık şimdi yüreğimdeki tüm kuşkular dağıldı... Söylediğin yatak yerli yerinde duruyor. Kimse dokunmadı ona. Senden başka da kimse girmedi o ellerinle yaptığın odaya! Ve kimse de o odada bizim öyle bir yatağımız olduğunu bilmiyor... Yalnızca, hani babamın çok güvendiği ve benim bakımımı üstlenen kadın hizmetlimiz vardı ya, bir tek o biliyordu; çünkü hep o bekledi odamızı... ”
TANRIÇA ATENA ARAYA GİRDİ...
Odisseus hiç konuşmadı. Daha doğrusu konuşamadı. Gözlerinden sevinçle karışık hüzün yaşları boşanıyordu sık sık... Arada bir sadık karısının başını, kollarını okşamakla yetiniyordu.. Vakit ilerledikçe, şuradan buradan, halklarıyla birlikte ülkelerinde yapabilecekleri güzel şeylerden söz ettiler...
Ve tanrıça Atena o gece araya girmeseydi, dünyamızı her sabah yeşile, maviye ve safransarısına boyayan gül parmaklı Şafak Tanrıçası Eos, hasret gideren Odisseus’la Penelopeya’yı, öylece gözyaşları içinde bulacaktı...
Tanrıça Atena o gece, Okeyanus’un kenarında alakoydu Şafak tanrıçası Eos’u; dünyamıza salmadı. Ve güneşi gökyüzünde koşturan atları ve onların bakıcılarını da, daha uzun süre uykularından uyandırmadı...
NE GÜZELDİ DÜNYAMIZ
Gına geldi artık,
Habire yağan yağmurlardan
Ve tepemizdeki
Bu kapkara bulutlardan...
Oysa ne renkliydi dünyamız,
Bu göçmen kapılarına gelmezden önce...
Delişmen yıldızlar savrulurdu,
Hep kaçardı uykularımız,
Akdeniz kokan o gecelerimizde.
Velhasıl bir başka güzeldi
O dile gelmez sabahlarımız.
O sabahların birinde yazdım işte,
Hiç unutmam...
İlk çocukluk şiirimdi:
Akdeniz’e okuduğumda birgün
Akdeniz çok sevinmişti.
(Yaşar ATAN)
Evrensel'i Takip Et