Telemahos da dönebildi ülkesine
Troya savaşı bittikten on yıl sonra bile kral Odisseus, hâlâ yurduna dönemememişti. Onun artık öldüğünü düşünen bazı egemenler de, sözde dul kalan karısı güzel Penelopeya’yla evlenebilmek için onun sarayına çöreklendiler. Hem sarayın hem de halkın nesi var nesi yoksa, arsızca yiyip içmeye başladılar.
OLAYI DAMAT ADAYLARI DUYUNCA...
Odisseus’un oğlu Telemahos; bu asalaklardan kurtulmak için, anası Penelopeya’dan habersiz, babası Odisseus’u deniz ötelerinde aramaya çıktı... Bunu duyan damat adayı Antinoos, büyük bir tedirginliğe kapıldı. Öteki damat adaylarını hemen toplayıp; “Şu Telemahos, atlamış bir gemiye, babasını aramaya gitmiş!” diye konuşmaya başladı. “Yanında da bize kafa tutacak gönüllü yoldaşları varmış, iyi mi? Yakında başımıza çok dertler yağacak demektir. Şimdi bana bir gemiyle güvenilir yirmi adam verin! Şu karşıdaki iki ada arasında onun dönüşünü bekleyeceğim!” Antinoos ve yirmi kadar yandaşı; Telemahos’un işini bitirmek üzere pusuya yattılar...
Kraliçe Penelopeya da oğlu Telemahos’un o gizli yolculuğunu öğrenince, zıpkın yemişçesine acılara gömüldü. Ne var ki tanrıça Atena; Penelopeya’nın bir arkadaşı kılığına bürünüp o gece, düşüne girdi: “Ağlama kardeşim” dedi ona, “Oğlunu güdüp yeden çok candan bir yoldaşı var. Barış tanrıçası Atena hep yanında onun!” Penelopeya uyandığında içi epeyce rahatlamıştı.
OLİMPOS’TA TANRILAR TOPLANDI...
Ve gene o gün Olimpos’taki tanrılar; dünyamızda olup bitenler konusunda yeni kararlara varmak üzere, bir araya geldiler... Baştanrı Zeus, mavi kaşlarını titrete titrete oturumu açtı...
Bu geleneksel toplantılarda tanrılar, genellikle dilediklerini söyleyip kendilerince öneriler getirirlerdi. Ama bu önerileri önemseyip önemsememek, Baştanrı Zeus’un o günkü keyfine bağlı olurdu! Bu toplantıda, Zeus’un kızı, kadın emekçilerinin tanrıçası mavi gözlü Atena aldı ilk sözü: “Ey Zeus baba, ey Olimpos’un ölümsüz tanrıları!” diye başladı konuşmasına. “Öyle anlaşılıyor ki, bundan böyle egemenlik bastonu taşıyan kralların hiçbiri, artık yumuşak, hak sever ve halk sever olmasın. Dünya krallarının içinden birkaçı kalkıp da halkının mutluluğu için iyi şeyler yaparsa, onu hemen cezalandıralım... Halkını kırsın geçirsin krallar!
TANRIÇA ATENA COŞTUKÇA COŞTU...
Daha gün ışığının tadına bile varamamış çoluk çocuk, onların keyfi kararları için kırılıp kırılıp gitsinler! Tabii ki burada ben kral Odisseus’tan söz ediyorum. Ne candan bir kraldı o ülkesi için! Oysa o Troya savaşına katılmamak için deli numarası bile yaptı! Hem kendi ülkesini, hem komşularını, savaşın getireceği kırımlardan uzak tutmaya çalıştı. Halkının çıkarları için hep aklını kullandı.
Ama o hiç katılmak istemediği Troya’daki savaştayken, birtakım asalak keneler onun konağına çöreklendi; nesi var nesi yoksa habire yiyip içiyorlar artık. O da yetmiyor, halkın sofrasındaki iki lokma ekmeğe de el atıyorlar. Üstüne üstlük karısı Penelopeya’ya göz koydukları yetmiyormuş gibi, babasını aramaya çıkan oğlu için pusuya yattılar... O gencecik Telemahos’u dönüşünde öldürecekler!”
BAŞTANRI DA TELEMAHOS’TAN YANA ÇIKTI!
Zes’un gök gözlü kızı tanrıça Atena, sözünü daha da uzatmak istiyordu ama babası Baştanrı Zeus hemen; “Neler söylüyorsun sen güzel kızım Atena?” diye gürleyip sözünü kesti. “Daha önceki toplantıların birinde, kral Odisseus hakkında bir karar aldırtan sen değil miydin? Odisseus ülkesine sağ salim geri dönecekti ve de o “asalak kene” dediklerinden öcünü alacaktı... Öyle değil mi? Haydi, şimdi sen hemen Odisseus’un oğlu Telemahos’un gemisine git! Ona yol göster; o asalak damat adaylarının kurduğu pusuya düşmesin çocuk. Anası Penelopeya’nın yanına sağsalim dönsün. Sen çok güzel becerirsin bu işleri...”
Git gide barış tanrıçalığına doğru evrilen ve Akdenizli halklara zeytin ağacını armağan eden gök gözlü tanrıça Atena; toplantının sonunu bile beklemeden, odasına gidip barış şölenlerinde giydiği o yeni giysilerini geçirdi hemen sırtına. Bir barış ezgisi mırıldana mırıldana, zeytinyağlı kremler, kokular süründü. Sonra da bir zıplayışta, yıldızlarla kaynaşan o mavi boşluğa bırakıverdi kendini.
Ve bütün Akdeniz, bir anda zeytin kokmaya başladı...
Şafak tanrıçası gül parmaklı Eos; gene erkenden uyanmış; elindeki fırçayla, karaları denizleri ve gökleri kızıla, maviye, safran sarısına boyuyordu... Tanrıça Atena; şafak tanrıçasıyla merhabalaştıktan sonra, Telemahos’un gemisine, bir kuğu kuşu gibi sessizce kondu.
Ve barış tanrıçası olarak mavi gözlü güzel Atena; Telemahos ve yoldaşlarının gemisini görünmez kılıp sağ salim ülkelerine ulaştırdı...
***
Bu hafta da, aşağıdaki şiiriyle, Attila Jozsef’e bir selam göndersek, diyorum...
***
BEN BAHÇIVAN OLACAĞIM
Ağaçlar yetiştireceğim bahçıvan olunca.
Güneşle bir, hop ayakta hop yatakta olacağım.
Artık umurumda değil diyeceğim dünya,
Dikip suladığım o çiçekler dışında...
Diktiğim ağaçların, çiçeklerin hepsini,
Hiç ayrımsız öylece seveceğim.
Isırganotu bile olsa hani onlardan biri,
Ona da başımın tacı diyeceğim...
Ağzımda pipo, arada süt içerekten,
Adım gibi her şeyi temiz tutacağım.
Uzak olacak her tehlike, uzak benden
Artık o toprakla iç içe, harman olacağım.
Gerçekten de böyle yapmalı hep,
Hem gün batımında, hem gün doğumunda...
Dünyamız tuzla buz olduğu zaman,
Bir çiçek bulunsun diye son yatağında.
(Çev.: YaşarAtan)
Evrensel'i Takip Et