21 Haziran 2015

Troya’dan geri dönecek miydi?

Kraliçe Penelopeya, karşısında oturan dilenci kimliğindeki ihtiyarın, katıldığı Troya savaşından yirmi yıl sonra dönen kocası kral Odisseus olduğunu bilmiyordu. Ve saray; dul kaldığını sandıkları Penelopeya’yla evlenmek isteyen ve kendilerinin özel olarak yaratıldıklarını öne süren damat adaylarıyla doluydu!..

KOCASININ SAVAŞTAN DÖNECEĞİNİ SÖYLEDİ...

Kraliçe Penelopeya; yaşlı dilenciyle odasında konuşurken, son gördüğü düşünü anlattı ona. Yaşlı dilenci de kocası Odisseus’un çok yakında döneceği yorumunu yaptı. Penelopeya bunun üzerine gülümsedi; sevindi biraz, ama gene de birtakım ürkünç kuşkularını yenemiyordu...
Penelopeya, ertesi gün bir ok atma yarışı düzenleyecekti. Yılardır birkaç metrelik kefen dokuma bahanesiyle oyalayageldiği damat adylarından hangisi yarışı kazanırsa, onunla evlenecekti! O yüzden dilenci konuğunu yatmaya gönderdi erkenden. Kendisi de uyumaya gitti. Çok geçmeden kan ter içinde uyandı birden. Gene kocası Odisseus’u görmüştü düşünde! Yeniden aynı üzüntülerle cebelleşmeye başladı. Yirmi yıl öncesi, Odisseus o ilençli savaşa katılmış; o yüzden de hem halkı, hem evi dile gelmez yıkımlara uğramıştı. Her gün bir çıkış yolu bulmaya çalışmakla geçiriyordu gecelerini.
Sarayı dolduran soyguncu egemenler yıllardır, hem evinin, hem de zavallı halkın kan ter içinde ürettiklerini arsızca yiyip içiyorlardı. Gene konağında çalışan otuz kadar yardımcı kızları, kadınları, her gece alıp alıp odalarına götürüyorlardı!.. Bununla da yetinmiyorlar, kendisini de yataklarına almak istiyorlardı!

OK ATMA YARIŞI DÜZENLEDİ...

Artık şafak söktükten sonra elli kadar talip arasında ok ve yayla bir hedefi vurma yarışması yapılacaktı. Kocası kral Odisseus, bir zamanlar fırlattığı oku, dizdiği on iki baltanın arasından geçirirdi. Şimdi de düzenlediği böyle bir yarışı kazanan damat adayıyla evlenecekti! Ama birden zıpkın gibi bir düşünce saplandı beynine: Elli kadar soyguncudan biriyle evlendikten sonra, geri kalanlar paşa paşa saraydan çıkıp giderler miydi? Üstelik bu yüzsüz asalaklar, kendilerinin dışındakileri köle olarak görüyorlar hep! Derinden bir “ah!” çekti mahzun Penelopeya. Yatağından fırladı hemen. Aslında halkın bir araya gelip bu sömürgenleri ülkeden tekmeleyip atması gerekmez miydi? Kocası olmasa da, aralarından biri çıkıp onları böyle soygunculara karşı örgütleyemez miydi? Ama birden az önceki o kısa uykusunda gördüğü düş geldi gözlerinin önüne: Kocasının kendisiyle aynı odada yattığını görmüştü düşünde! Evet, sanki kocası Odisseus dönüp gelmişti... “Hayır, hayır!” diye yüksek sesle mırıldandı... “Keşke tanrıça Artemis beni o okuyla vursaydı da, Hades’in ülkesindeki kocam Odisseus’un yanına gitseydim şimdiye dek!”

YOKSA KARIM BENİ TANIDI MI?

Penelopeya’nın böyle yüksek sesle konuşması, alt kattaki yaşlı dilenci kılığındaki Odisseus’u uyandırdı. Karısının sesini ve hıçkırıklarını duyunca;“Yoksa zavallı karım beni tanıdı da onun için mi böyle uyuyamıyor? Kalkıp şimdi de benim yanıma gelmesin?” diye düşünmeye başladı. Bu düşünce birden ayağa kaldırdı Odisseus’u!.. Hemen üstüne yattığı postu, minderleri derleyip toplayıp bir köşeye koydu. Sonra da pencereye gidip dışarı baktı: Şafak tanrıçası güzel Eos uyanmak üzereydi. Ellerini havaya kaldırıp; “Ey Zeus baba,” diye yalvarmaya başladı:“Benim yokluğumda evimi, ülkemi sarmış bu yağmacı sürüsünü alt edeceksem, bir belirti göster bana: Gökyüzünü gürlet! Sonra da evdeki hizmetlilerden biri ses versin!” Odisseus böyle deyince Baştanrı Zeus, Olimpos’taki sarayından kendi simgesi olan şimşekleri çaktırıp bir gök gürlemesi ve bir de kartal gönderdi... Yan odaların birinden de bir hizmetli kadının öksürüğü geldi. Bu iki sesi duyan Odisseus’un gözleri yaşardı seviçten. Ve sarayda herkesin duyacağı bir çığlık koparmak geçti içinden. Ama hemen kendini tuttu... Zeus’un kartalı da serpile serpile sarayın üstünde dolanmaya başladı!
Az önce gelen ses, yan odada buğday-arpa öğüten kadınların birinden gelmişti. Odisseus’un savaşa gitmezden önce sarayında kurdurduğu, elle çalışan on iki un değirmeni vardı. On iki kadın elleriyle dödürürdü o değirmen taşlarını.

YEDİKÇE DAHA DA ACIKIYORLAR!

Damat adayları sarayı dolduralı beri, o kadınlar habire buğday arpa öğütüyorlardı onlar yesin diye. O gece de biraz yaşlıca olan tek kadın kalmıştı buğday öğüten. Baş tanrı Zeus’un az önce saldığı gök gürültüsünü duyup şaşırmıştı. Çünkü gökyüzünde tek bir bulut bile yoktu! “Amma da gürledin ha Zeus Baba!” diye söylendi. “Bu senin bir işaretin olsa gerek. Bugün bir atış şöleni var da... Hani bu soysuzlar için yıllardır un öğütüyoruz... Hiç doyuramıyoruz onları. Dilerim, bu son öğünleri olur!”
Aslında bütün emekçi kadınların paylaştığı bu ortak yakınmayı duyan Olimposlu Zeus Baba, daha da coştu; yeniden bir gök gürlemesi daha saldı o yıldızlarla kaynaşan Akdeniz göklerinden...
Yorgun emekçi kadın, gülmsemeye başladı. Hemen elini çekti değirmen taşından ve ayağa fırladı...

***
İlk kadın çileli Pandora’yı ve ona yüklenen suçları; arada bir anımsamak, anımsatmak gerek diye düşünüyorum:
****
PANDORA
Sepetinde asılı bir gül
Ve yanan mumlarla elinde
O hasret o güleç
Noel Baba
Nasıl da geldi dün
Usul usul ezgilerle

Ve ardında çocuklar vardı
Bir de o güzel kız hanil
Tanrıların armağanı
Elindeki o ünlü kutuyla
İlençli mi ilençli
Pandora

Onun eliyle yayılmıştı sözde
Açınca kutuyu
Bütün kötülükler dünyaya
O kötülük dolu kutuyu
Kocası açmıştı oysa

Pandora’nın kutusunda en son
Umut kalmıştı kala kala
Onu saçacak gene dünyamıza şimdi
O çok sevdiği çocuklarla
Güzel Pandora...

(Yaşar ATAN, 18 Mayıs 2011)

Evrensel'i Takip Et