Gece söktüğü kumaşı gündüz dokuyordu
Kral Odisseus, katıldığı Troya savaşından tam yirmi yıl sonra dönebildi yurduna... Kimliğini saklamak amacıyla da, tanrıça Atena’nın önerisiyle, yaşlı bir dilenci kılığına büründü. Karısı Penelopeya’yla evlenmek için kendi sarayına çöreklenmiş damat adylarının yanına gitti. Onların masalarını bir bir dolaşaraktan dilenmeye başladı.
Kendisinin kral Odisseus olduğunu yalnızca oğlu Telemahos biliyordu...
OMUZUNA BİR TOKMAK FIRLATTILAR!..
Sarayın avlusundaki masalarında, halkın birikimlerini arsızca yiyip içen egemelerden biri, bütün hışmıyla demir bir tokmak fırlattı dilenci kılığındaki Odisseus’a... Odisseus, sağ omuzunabir zıpkın gibi oturan tokmağın acısıyla, devrilecek gibi oldu bir an.
Kraliçe Penelopeya bu olayı duyunca çok üzüldü. O akşam hiç tanımadığı o yabancıyı yanına getirtti: “Kusura bakmayasın konuğum” diye söze başladı güzel Penelopeya. “Bugün avludaki o arsız adamlar sana karşı bir terbiyesizlik etmişler! Çok üzüldüm. Onlar adına özür diliyorum...” Penelopeya; karşısındaki yaşlı adama, sevecenlikle baktıktan sonra, bütün Akdenizlilere özgü bir içtenlikle; “Sevgili konuğum” diye yeniden söze başladı: “Biliyorum yorgunsun. Ama beni bağışla; biraz yoracağım seni. Belli ki çok gezmiş, çok yerler görmüşsün... Bir sakıncası yoksa, kendinden söz edebilirsin...”
DİLENCİ, GERÇEK KİMLİĞİNİ SAKLIYORDU...
Gözlerini yere doğru eğip bir süre öylece sessiz kalan Odisseus,“Burada olup bitenler için sizi kimse kınayamaz, Kraliçem” diyebildi zorlukla. Çünkü karşısında yirmi yıldır göremediği ve bir tanrıça gibi taparcasına sevdiği karısı vardı. Yerinden kalkıp ona bütün özlemiyle sarılma isteğini zorlukla gemliyordu: “Siz burada oturuyorsunuz, ama sizin iyiliğiniz ve çektikleriniz ve de güzelliğiniz, dilden dile dolaşıyor Kraliçem...” diye sürdürdü konuşmasını. “Hani yaptıklarıyla ölümsüzleşen, ama sayısı çok az o soylu kişiler var ya, siz onlardansınız işte. Çünkü o soylu insan, diyelim ki bir kraldır. O kral; elinde tuttuğu altın değneği, Baştanrı Zeus’un verdiği bir egemenlik silahı olarak kullanmaz. O halkını yalnızca güzel şeylere doğru yönlendirir. Kendisi de onlarla birlikte; bir emekçi olarak toprağını sürer yeri geldiğinde, ağaçlarına bakar, suyuyla, çeşmesiyle, hayvanlarıyla ilgilenir... Doğruluk töresince yönlendirir halkını. Bu sarayın avlusuna çöreklenmiş bir avuç egemen bozuntusunun saltanatı için, halkını onların buyruğuna vermez... Birbirlerini kardeşçe seven o halkın toprakları da, sayısız ürünlerle doldurur ambarları. Sevgiyle yanyana yaşadıkları deniz de, bol bol ürün sunar halka... İşte dilimin döndüğünce söylersem Kraliçem, siz halkını böyle yönlendiren bir soydansınız... Ama ne olur, benim adımı, kim olduğumu, baba toprağımın nerede olduğunu sormayın. Yoksa anılarım tazelenecek, yas tutmaya başlayacağım... Böyle birşey şu anda sizi de çok üzer, Kraliçem!” Burada birsüre sustu dilenci kılığındaki Odisseus.
SAVAŞA GÖNÜLÜ OLARAK GİTMEDİ Kİ!...
Bunun üzerine; “Seni anlıyorum, acılı konuğum,“diye başladı Penelopeya: “Gönül okşayan güzel sözlerin için çok sağolasın... Ama benim güzelliğimi tanrılar, on yıllar önce yok ettiler. Kocam kral Odsisseus, savaşmak için Troya’ya doğru yola çıktığı gün, hem ben hem halkım çok şeylerimizi yitirdik. Sözünü ettiğin o dengi az bulunur krallardan biriydi kocam. Savaş, silah denen şeylerden iğrenirdi... ‘Peki öyleyse neden madem ta oralara savaşmaya gitti?’ diyeceksin... Gönlüyle gitmedi. Gitmemek için deli numarası bile yaptı!.. Ama o arsız Başkral Agamemnon var ya, o zorla alıp götürdü onu Troya’ya!.. Namus temizleme savaşı yapacağız, diye! Neyse işin bu tarafını sonra anlatırım... Bir gitti kocam, tam gitti! Ne tanrılar, ne de birileri ondan en ufak bir haber bile getirmedi yıllardır... Avlumuzda gördüğün o egemenler de, yıllar önce kocamın kesinlikle öldüğünü düşünüp korumalarıyla birlikte geldiler buraya... Hemen birbirleriyle canciğer oluverdiler... Çünkü hepsinin çıkarları ortaktı: Hem kocamın hem halkın birikimlerini aralarında bölüşmek!... Ne var ki bu da yetmedi onlara! Buradaki bütün yardımcı kadınlarımı geceleri alıp odalarına götürüyorlar. Tabii en başta göz diktikleri kadın da benim!..
GECELERİ SÖKTÜĞÜ BEZİ, ERTESİ GÜN YENİDEN DOKUYORDU!
Ne var ki onları tam dört yıldır, birkaç metrelik bir kefenle oyalamaya çalıştım. ‘Delikanlılar,’diyordum onlara, ‘madem kocam Odisseus savaşta öldü, çaresiz birinize varacağım... Ama bir kefen dokumaya başladım kayınbabam ulu Laertes için... Ölüm onu upuzun yere serdiğinde, mezarına kefensiz mi gitsin?’ Böyle böyle deyip oyalıyordum onları... Gündüzleri dokuduğum o kumaşı da; geceleyin bir çıra aydınlığında söküyor, ertesi gün yeniden başlıyordum dokumaya...” Burada yerinden kalkıp pencereye doğru gitti Penelopeya... Gözünde biriken birkaç damla yaşı sildi gizlice...
****
Bilindiği gibi tanrıça Tetis; Ege denizinin dibinde, paslanmaz yosun yeşili bir konakta oturur...
****
İZMİR KÖRFEZİ’NDE
Süsledi tanrıça güzel Tetis
Deniz dibindeki evini
Gümüş halhallarını da taktı ayağına
Bir ateş topu gibi
Çıktı İzmir’deki Kordon’a
Zaten hiç sevmedi Tetis
Tanrılar Ülkesi Olimpos’u
Denizleri yıldızları dünyamızın
Ona bol bol yetiyordu
Bugün İzmir açıklarında
Barışı kutlamak için
El ele çocuklarla
Süsleyecek Körfez’i
Zaten gün gelecek diyor Tetis
İnsanlar peynir ekmek gibi
Çoluk çocuk
Bölüşecek sessizce
Barışı ve sevgiyi...
(Yaşar ATAN, 9 Haziran 2013)
Evrensel'i Takip Et