Nasıl kovmalıydı o asalakları?
Kral Odisseus, katıldığı Troya savaşından yirmi yıl sonra dönebildi yurduna. Onun öldüğünü düşünen bazı soyguncu egemenler de, sözde dul kalan karısı kraliçe Penelopeya’yla evlenebilmek için, onun sarayına çöreklenmişlerdi. Hem sarayın, hem de halkın nesi var nesi yoksa, arsızca yiyip içiyorlardı...
Odisseus’un yeni yetme oğlu Telemahos; anası Penelopeya’ya bie duyurmadan, babası Odisseus’u deniz ötelerinde aramaya çıktı. Birkaç ay sonra da, babası kral Odisseus hakkında hiçbir bilgi edinemeden gizlice geri döndü. Doğruca sadık çobanları Eumayos’un kulübesine gitti. Birkaç gün önce, tanrıça Atena’nın tanınmaması için perişan bir dilenciye dönüştürdüğü babası Odisseus da, Troya’dan dönüp aynı kulübeye sığınmıştı...
BİR DİLENCİ KILIĞINDAYDI KRAL...
Perişan dilenci kılığındaki kral Odisseus, Telemahos’a babası olduğunu açıklamış, sonra da saraylarına çöreklenmiş asalak egemenleri yok etmenin yollarını aramaya başlamışlardı... Bu arada ilk iş olarak kraliçe Penelopeya’ya, oğlu Telemahos’un döndüğü haberini ulaştırması için çobanları Eumayos’u saraya gönderdiler. Ne var ki çobanın getirdiği bu güzel haberi, saraya çöreklenmiş egemenler de duydular. Hemen bir araya gelip Telemahos’u yok etmek için yeni tuzaklar üzerinde tartışmaya başladılar. Onların böyle toplandığını ve oğlunu öldüreceklerini hisseden kraliçe Penelopeya, doğruca yanlarına gitti...
Koltuğuna kaykılmış damat adayı, şımarık Antinoos’a; “Demek sen de benim oğluma ölüm tuzakları kuruyorsun, ha?!” diye veryansın etmeye başladı: “Aptal, bir zamanlar baban buraya gelip de kocam Odisseus’a yalvar yakar olmuştu; bunu sana anlatmadılar mı? Hani kral babanı öldürmeye kalkmışlardı da ülkesinden kaçıp buraya sığınmıştı... Kocam Odisseus da onu halkıyla barıştırmıştı... İşte o babanın oğlu olan sen, hiç günahsız oğlum Telemahos’a ölüm tuzakları hazırlayanların içindesin! Bununla da yetinmeyip ülkemizin mallarına el koymak ve beni de yatağınıza köle olarak almak istiyorsunuz! Sen de, hepiniz de defolun buradan!.”
Bu sözlerden sonra koşaraktan, gözyaşları içinde, üst kattaki odasına attı kendini üzgün, öfkeli Penelopeya... Tanrıça Atena göz kapaklarına uyku serpinceye dek de, hıçkıra hıçkıra ağladı...
BABA-OĞUL DA KENDİLERİNCE PLANLAR KURUYORDU...
Bütün gün çoban Eumayos’un yokluğunda Odisseus’la Telemahos; ülkelerini ve konaklarını ha bire sömüren, üstelik sözde dul Penelopeya’yı da yataklarına almak için tuzaklar üstüne tuzaklar düşünen asalak egemenleri yok etmenin yolları üzerinde tartıştılar. Sonunda uyuştukları bir kurgu uyarınca Telemahos, ertesi sabah gizlice saraya, anası Penelopeya’nın yanına gidecekti. Birkaç gün sonra Odisseus da, yaşlı ve perişan bir dilenci kılığında gelip saraya sığınacaktı...
Ertesi sabah gül parmaklı tanrıça Şafak, yeri göğü kızıla, maviye, safran sarısına acele acele boyarken, Telemahos uyandı... Hemen giyinip kuşandı. Kargısını da aldı eline. Tam yola koyulacakken kendisini izleyen çoban Eumayos’a dönüp; “Hadi, ben kente gidiyorum, amca!” diye seslendi. “Anam beni görmeden ne hıçkırıklarını keser, ne de gözyaşlarını... Konuğumuz o bahtsız yabancıyı da yanına alıp konağımıza götürürsün... Ben onunla artık fazla ilgilenemem!”
Böyle deyip içinden gülümsedi Telemahos. Tam yola koyulurken, dilenci kılığındaki babası kral Odisseus’un konuştuğunu duydu. Gerçi söylediklerini tam seçemedi ama ne demek istediğini anladı...
TELEMAHOS SARAYLARINA DÖNDÜ...
Telemahos sarayın avlusuna girince, onu ilkin süt ninesi Euridikleya gördü. Görür görmez de çığlıklar atıp boynuna sarıldı. Bu çığlıkları duyan diğer hizmetliler de ona doğru koşuşmaya başladılar. Hepsi de Telemahos’a dokunmaya, özlem ve sevinç yüklü birkaç söz söylemeye çalışıyordu... Gürültüleri duyan kraliçe Penelopeya son hızla avluya attı kendini. Tanrıça Artemis’e ya da altın saçlı Afrodit’e benziyordu... Uzun uzun, gözyaşları döke döke kucaklaştı oğluyla... “Oğlum benim,” diye bir şeyler de mırıldanmaya başladı. “Benden habersiz bir gemiye atlayıp babanı aramaya gittiğin günden beri hep ağladım, yırtındım. Artık seni bir daha göremem diye düşünüyordum... Neyse güzel oğlum, baban hakkında neler duydun? Kimlerin yanına gittin?”
Bunun üzerine Telemahos, anasının doğruca odasına gidip hazırlanmasını, tanrıça Demeter’e ve Atena’ya kurbanlar adamasını istedi... “Ben olup bitenleri sana daha sonra anlatacağım. Şimdi meydanda toplanmış halkın yanına gidiyorum” dedi.
TELEMAHOS, HALKINA DURUMU ANLATTI...
Meydanı hıncahınç doldurmuş halkın arasında, zorlukla ilerliyordu Telemahos. Bu arada anasıyla evlenmek isteyen damat adaylarını da gördü orada. Hepsi de ona gülümsüyor; onun dönüşüne sevinmiş gibi bir şeyler mırıldanıyorlardı... Ama Telemahos, bu sözlerdeki pürtüklü yalanı bütün çirkinliğiyle görüyordu.
Babasıyla birlikte bu halk düşmanı, ilençli egemenlerin üstesinden geleceğini düşündü birden. Ve böylesi bir yenginin coşkusuyla, birden kanatlanır gibi oldu.
Bütün gücünü toplayıp son durumlar konusunda konuşacak, onların sorularına elinden geldiğince içten ve öz yanıtlar vermeye çalışacaktı...
****
Bu hafta da; hep sevgiden, barıştan yana olsaydı insanlar, diyoruz...
SAÇ ONLARI KANATLARINLA
Git güzel güvercinim git ötelere
Bak insan varsa oralarda
Hermes’in de haberi olsun
Unuturlar kardeşliği olur ya
Birbirlerine kurşun sıkarlar
Elveda derler insanlığa
Güzel güvercinim sen böyle
Uçaraktan konaraktan
Gez dolaş ovaları dağları
Ve insan gördüğün her yerde
Çekinme savur kanatlarını
Aşk ezgileri söyle
Ve dağa taşa saç
Sevgiden barıştan yana
Ne varsa kanatlarında...
(Yaşar ATAN, 10 Nisan 2014)
Evrensel'i Takip Et