31 Mayıs 2015

Can dostuna kavuşunca

Yunanistanlı kent kralı Odisseus, katıldığı Troya savaşından yirmi yıl sonra dönebildi yurduna...
Odisseus’un öldüğünü düşünen bazı soyguncu prensler de, dul kalan karısı kraliçe Penelopeya’yla evlenebilmek için, onun sarayına çöreklenmişlerdi. Ve onları kovmak isteyen Odisseus’un oğlu yeniyetme Telemahos’u da, bu arada öldürmek istiyorlardı!.. O yüzden Telemahos, sadık çobanları Eumayos’un kulübesine sığınmıştı.

TANRIÇA ATENA ONU ÇOBAN KULÜBESİNE GÖNDERDİ...

Odisseus’un dostu tanrıça Atena da; birkaç gün önce Troya’dan dönen Odisseus’u, perişan bir dilenciye dönüştürüp aynı kulübeye gönderdi...
Dilenci kılığındaki Odisseus’la artık delikanlı olmuş oğlu Telemahos; kulübede birbirlerini gerçek kimlikleriyle tanıdıktan sonra, bütün ülkeyi sömüren o arsız  egemenleri kovmanın  yollarını aramaya başladılar... Ve bu baba-oğul tanışmasını, çobanları Eumayos’tan sürekli saklayacaklardı!..
Sonunda şöyle bir anlaşmaya vardı baba-oğul: Ertesi sabah Telemahos, tek başına dönecekti saraylarına. Bir gün sonra da çoban Eumayos, dilenci kılığındaki kral Odisseus’u saraya götürecekti...
Anlaştıkları gibi, Telemahos’tan bir gün sonra çoban Eumayos’la dilenci kılığındaki Odisseus, sarayın önüne geldiler. Kraliçe Penelopeya’yla evlenmek isteyen arsız damat adayları; sarayın avlusunda, kestirdikleri koyun, kuzu etlerini ateşte kızartıp kızartıp tıkınıyorlardı...

OZAN FEMYOS’UN YÜREK YAKAN EZGİLERİ...

Bu arada avludaki kör ozan Femyos’un şiirleri; yürekler yakan hasret türkülerine dönüşüyordu...
Odisseus; “Burası Odisseus’un konağı olmasın?” diye sordu sadık çobanı Eumayos’a.”Tam üstüne bastın ihtiyar!”dedi Eumayos...
Bu arada ot-çöp içinde eşinen bir köpek ilişti gözüne Odisseus’un! Köpek onları görünce kulaklarını dikti hemen ve onlara bakmaya başladı... Ve Odisseus, bakışlarından tanıdı yaşlanmış köpeğini! Yirmi yıl önce Troya’ya savaşa giderken, sahilde bıraktığı ve kendisini savaşa göndermek istemeyen Argos adlı sadık köpeğiydi bu!.. Argos, Odisseus’a doğru koşmak istedi.  Ne var ki böyle bir eylem, artık Argos için çok geçti! Ama o, sahibi kral Odisseus’un bir gün döneceği umudunu hiç yitirmemişti. O yüzden yıllardır her gün aynı saatte, aynı limana gidiyor; bir süre dolanıyor, sonra da oraya, sarayın avlusuna dönüyordu yeniden...

KÖPEK, CAN DOSTUNA KAVUŞMUŞTU...

Argos, gözlerini açıp kapayaraktan, can dostuna kavuşmanın sevincini dillendirmeye çalışıyordu... Odisseus da koşup hemen sarılmak istedi Argos’a! Ama birden kendini dizginledi: O saat çoban Eumayos, onun kral Odisseus olduğunu anlayıverirdi! Gözlerinde biriken yaşı gizlice sildi koluyla Odisseus. Sonra; “Baksana Eumayos,”dedi, “ne tuhaf bir köpek!”
Eumayos birden köpeğe baktı bir süre. Sonra da, “Troya savaşından dönemeyen kralımız Odisseus’un köpeğidir o!” diye anlatmaya başladı. “Zamanında ne yamandı o! Kralımız Odisseus da onu çok sever, yanından pek ayırmazdı. Ta yirmi yıl önce, ülkemizin fidan gibi gençleri gemilere doluşup Troya’ya doğru yol alacakları gün, bu yaramaz Argos da oradaydı. Orduyu uğurlayan, gözleri yaşlı ana-babaların en önünde yer almıştı!.. Gemideki dostu Odisseus’u gözetliyordu durmadan. Arada bir, denize atlıyordu. Odisseus’u gemisinden alıp geri getirmek istiyor gibiydi!.. Oradaki oğullarını ölüme uğurlayan gözleri yaşlı ana-babalar gibi.

HER GÜN AYNI SAATTE O LİMANA GİDİYORDU...

Her gün aynı saatte limana gidiyor; oraya çöküp hep deniz ötelerine bakıyordu. Neyse ihtiyar, bırakalım bunları da ne yapacağımızı sana söyleyim: Şimdi ben şu açık kapıdan sarayın avlusuna gireceğim. Sen de fazla gecikmeden içeri girersin. Avluda arsızca yiyip içen egemenlerden birşeyler dilenirsin... Ama kimisi seni dövmeye kalkar yada sana küfürler savurur!..  Doğrusu işin zor ihtiyar! Artık sen bilirsin... Haydi ben içeri giriyorum!..“
Eumayos bunları söyledikten sonra aralık kapıdan sarayın avlusuna dalıverdi... Dilenci kılığındaki Odisseus da, doğruca köpeğin yanına gitti. Eğilip okşamaya başladı onu.. Her yanı toz toprak içindeydi... Argos, ön ayaklarını koydu Odisseus’un elleri üstüne... Sonra gözlerini yumdu: Gece gündüz beklediği can dostuna kavuşmuş, kendini bırakıvermişti. Bir süre sonra ayakları, Odisseus’un avuçları içinde kıpırdamaz oldu artık...
Odisseus, köpeğine öylece birsüre baktıktan sonra onu uzun uzun okşadı. Gözleri dolu doluydu. O barış yıllarındaki en candan yoldaşı; yıllarca onu yeniden görebilmek için dostluğun verdiği güçle, ölüme karşı direnmişti. Ve son isteğine kavuştuktan sonra da, son soluğunu vermişti!..
Odisseus bir daha sildi yanaklarındaki gözyaşlarını. Ve o barış yıllarını yeniden geri getirme tutkusu kükredi birden içinde. Bu tutkunun verdiği çeviklikle, hemen doğruldu. Kendi mahzun sarayının avlusunda çöreklenmiş asalakların arasına karıştı...
Onları daha yakından tanımak için onlardan birşeyler dilenmeye başladı dişlerini sıkaraktan...

*****
Gerçekten de güneşin atarı; bu güzelim coğrafyada kardeşçe yaşamak yerine birbirlerini habire kıran insanları anlamıyordu.

*****

ÖYLESİNE GÜZELLİKLER İÇİNDE
Dörtnala koşmaktan değil
Hep dünyamızda yorulurdu
Gördükçe öyle insanları
Güneşin o kadim atları

Ne güzel bir iklimdi oysa Akdeniz
Zaten oraya geldiklerinde
Güneşle birlikte atlar
Biaz soluklanırdı
Hemen çiçeğe dururdu ağaçlar
Uyuyan sular uyanırdı

Ve o göçmen turnalar
Uçuşurdu mavilerle çığlık çığlığa
El ederdi gökyüzüne çocuklar

Ama bir tuhaftı insanlar Akdeniz’de
Nasıl da birbirlerini vurup kırıyorlardı
Öylesine güzellikler içinde
Hiçbirşey anlamazdı
Güneşin atları.

(Yaşar Atan, 12 Mayıs 2008)

Evrensel'i Takip Et