10 Mayıs 2015

Zeus, Kazdağları’na vurgundu

Yunanistan’dan gelen yağmacı Başkral Agamemnon’un orduları; Troya surlarını aşamadığı için, savaş kentin dışında sürüp gidiyordu hep... Her iki tarafın masum yiğitleri de, Troyalı Paris’in Yunanistan’dan sözde kaçırıp getirdiği güzel Helena’nın namusunu temizlemek için vuruştuklarını sanıyorlardı... Çünkü Başkralları Agamemnon; Baştanrı Zeus’la bu konuda birçok kez konuşmuş, Zeus da kendisine, Yunanistanlı güzel Helena’nın namusunu temizlemek için Troya’ya savaş açma buyruğu vermişti!..
Halka ve savaşan askerlere hep böyle şeyler söyleniyordu...

TANRILAR SAVAŞIN TARAFLARIYDI..

Savaşın sonlarına doğru birgün bütün tanrılar; Baştanrı Zeus’un çağrısıyla, onun altın sarayında toplanmışlardı. O günkü tanrılar toplantısının amacı, yıllardır kendilerinin tetiklediği savaşı gözden geçirmekti... Bulutların üstündeki Olimpos Tanrılar Ülkesi’nde oturan on iki tanrı ve tanrıçanın bir kısmı Troyalıların, bir kısmı da Yunanistan’dan gelen yağmacı Başkral Agamemnon’un tarafını tutuyordu. Baştanrı Zeus’un gönlü de hep Troyalılardan yanaydı. Ama karısı tanrıça Hera, kızı tanrıça Atena da Yunanistanlıların tarafını tutuyordu. Baştanrı Zeus’un karısıyla kızının böyle davranmasının nedeni,Troya kralı Priyamos’un oğlu Paris’ten kaynaklanıyordu...
O eski çağda dillere destan olduğu gibi, Troya savaşından yıllar öce Baştanrı Zeus; üç tanrıça arasında ilk kez, evrensel bir güzellik yarışması düzenlemişti Kazdağları’nda. O dağlarda çobanlık eden Troya kralının oğlu Paris de, bu yarışmaya tek seçici olarak atanmıştı Baştanrı Zeus’un buyruğuyla. O zamanlar çobanlık eden Paris; yarışa katılan tanrıça Hera ve kızı Atena’yı elemiş, üçüncü aday tanrıça Afrodit’i evren güzeli seçmişti! Çünkü tanrıça Afrodit; evren güzeli seçilme karşılığında Paris’e, zembereği aşkla kurulmuş, kardeşçe üretim ve kardeşçe bölüşümün egemen oduğu, savaşsız bir dünya önermişti rüşvet olarak... Bir de Yunanistanlı güzel Helena’nın aşkını!.. Paris de bu armağanlara tav olmuş, tanrıça Afrodit’i evren güzeli seçmişti.
İşte bu yüzden de tanrıça Atena ve tanrıça Hera; Troyalılara hasım kesilmiş; ama evren güzeli tanrıça Afrodit de, Troyalıların ve Paris’in can ciğer dostu ve yandaşı olmuştu!..

TROYALILAR SAVAŞ KURBANIYDI...

Gene bu bağlamda, tanrıça Afrodit gibi Baştanrı Zeus da, Toyalıları destekliyordu. Hep Troyalıların yanında olmasının nedenini, dilinin döndüğünce birkaç kez tanrılar önünde açıklamış; Troyalıları savaşın kurbanı olarak göstermişti. Ne var ki bir başka neden daha vardı Zeus’un açıkça söyleyemediği: Zeus; gerçekten de Troya’daki o masmavi denize, binbir pınarlı Kazdağları’na, yüreğinin en derinliklerinden vurgundu!.. Zaten “Kazdağları” diye bir şey duydu mu; yüreğine anlatılmaz bir sevinç, bir coşku dalgası zıpkın gibi gelip saplanıyordu hemen. Kazdağları onun ikinci hasret yuvasıydı dünyamızda. Hatta bulutların üstündeki Olimpos ülkesinden daha çok seviyordu bu dağları ve çevresini. Dünyanın ilk yaratılışından beri, Akdeniz coğrafyası, zaten tanrıça Gaya denen Toprak Ana’nın da çok sevdiği mekanlardı... Yakınlarınca çok sevilen tanrıça Toprak Ana; bütün dünya canlılarını bağrında bütün cömertliğiyle besler, barındırırdı. Gene onları son demlerinde de kucaklayıp topraktan bedenine yeniden buyur ederdi. Ve buyur ettiği o yaratıkları yeniden birbirleriyle harmanlar, onları yepyeni varlıklara dönüştürürdü. Böylece sonsuza dek, onları bütün sevecenliğiyle, gene o sıcak bağrında aralıksız ve sonsuz zamanlar süresince ağırlardı...

BAŞTANRI, TROYA’YI ÇOK SEVİYORDU

İşte bu nedenlerle Toprak Ana’yı atası olarak çok seven Baştanrı Zeus’un, Kazdağları ve yöresindeki kentler yakılıp yıkılır diye bu yüzden ödü kopardı hep! Savaşın sonuna doğru; hem Troyalıları korumak, hem de o çok vurgun olduğu Kazdağları’nın yakılıp yıkılmasını önlemek için, oradaki Gagaros tepesinden pek ayrılmaz oldu; oraları yurt edindi. Hatta insanların ve dünyanın yazgısını belirlediği hani zembereği kırık o Altın Terazi’sini bile, Kazdağları’na taşıdı. Çoğu gecelerini orada, karısı Hera’dan ayrı geçirmeye başladı...
Baştanrı Zeus; gene savaşın son yılına doğru bir gün, Troya ovasına iyice baktığında, Troyalıların surlara doğru kaçıştığını gördü. Denizler ve karalar tanrısı eli yabalı Poseydon da, Yunanistanlılara büyük bir destek vermekteydi...

ZEUS DA SAVAŞLARDAN BIKMIŞTI...

İşte Baştanrı Zeus, Kazdağları’ndan büyük bir öfkeyle izlediği kardeşi Poseydon’u artık cezalandırmaya, ona “haddini bil” demeye karar verdi... Ama bir süre sonra; “Yahu, bu savaş denen illet, biz tanrılar arasında bile, kardeşi kardeşe kırdırıyor! Savaş yüzünden birbirleriyle kanlı bıçaklı ettiğim insanlar, kimbilir ne acılar çekiyorlardır!.. Doğrusu onlarla hiç igilendiğim de yok!” diye söylendi hayıflanarak... İşte o anda, pek alışkın olmadığı bir acı saplandı yüreğine birden...
Gerçekten de Baştanrı Zeus’un insanlar konusunda duyduğu bu ilk acı; daha sonraları onun ve bütün tanrıların insanlaşıp insancıllaşma yolunda geçirecekleri dönüşümlerin başlangıcı olacaktı...

***
Bu haftaki şiirimiz, güzellikleri hep kardeşçe bölüşme hasretimizi dillendirsin istedim:

****
BÖLÜŞME VAKTİ GELMİŞTİR
Sabahın o Akdeniz kızılında
Tıklatırsan penceremi
Sen Şafak Tanrıçam Eos
Isınır camlar birden odamda
Tutar ellerimi ışıktan ellerin
Sonra şiir defterim uyanır masamda
Mırıldanır kedim

Neler neler geçer artık yüreğimizden
Nasıl olsa güneş içimizdedir
Masmavi örtüleriyle yıldızlar
Ve o güzelim ezgileriyle
Tekmil evren bizimdir

Böyle başlayınca sabahlar
Artık bu servetimizi kardeşçe
Bölüşme vakti gelmiştir.

(Yaşar Atan, 27 Temmuz 12 )

Evrensel'i Takip Et