26 Nisan 2015

Savaşın acıları bitmezdi

Yunanistanlı kent kralı Odisseus, katıldığı Troya savaşından yirmi yıl sonra dönebildi yurduna... Kendisini gizlemek için de yaşlı bir dilenci kılığında, eski çobanı Eumayos’un kulübesine sığındı. Ertesi gün dul kaldığını düşündükleri karısı kraliçe Penelopeya ile evlenebilmek için kendi sarayına çöreklenmiş asalak damat adaylarının yanına gitti. Ve masalarında arsızca yiyip içen o adayları yakından tanımak için aralarına karışıp dilenmeye başladı... Ne var ki egemenlerden biri, fırlattığı bir tokmakla onu acılar içinde bıraktı. Artık bir köşeye çekilip dinlenmeye çalışıyordu dilenci kılığındaki kral Odisseus...

SENİ KRALİÇEM ÇAĞIRIYOR...

Olayı öğrenen ve kocası olduğunu bilmediği dilenciden özür dilemek için kraliçe Penelpeya, onu odasına getirmesini söyledi başçobanları Eumayos’a. Eumayos da bir köşeye büzülmüş, kral Odisseus’un yanına gitti gülümseyerekten... “Haydi kalk, konuk amca” dedi alçak sesle. “Seni kraliçemizin yanına götüreceğim. Seninle tanışmak, senden özür dilemek istiyor...” Duyduklarına şaşırmış görünen dilenci; “Şu anda olmaz ki” diye yanıtladı: “Onunla konuştuğumu görürlerse şu azgın damat adayları bana daha neler yaparlar! Sen kraliçeye karanlık basınca geleceğimi söylersin.”

Bu sözlere hak verdi Eumayos ve doğruca kraliçenin odasına gitti. Kraliçe; “Ne o, niye  yalnız döndün öyle?” diye sinirlendi.

ODİSSEUS AKILLI OLDUĞUNU KANITLIYORDU

Çoban Eumayos; “Sevgili Kraliçem” diye başladı: “Talipler onu sizinle konuşurken görürlerse onların yapabileceği kötülüklerden söz etti bana.... Size söylediğim gibi, dilenci gerçekten çok uyanık biri!..” Penelopeya çobanın bu sözlerinden sonra bir süre düşündü... Sonra da; “Evet, akıllı biri olmalı gerçekten. Bu azgın taliplerin ne kadar acımasız olduklarını anlamış...”

Eumayos artık sürülerinin yanına döneceğini söyleyip kraliçenin odasından ayrıldı.

Kraliçe, dadısıyla başbaşa kalınca; “Biliyor musun, sevgili dadım Eurinome” dedi, “Gidip de o zavallı dilenciye tokmak vuran şu arsız egemenlere çatacağım! Oğlum Telemahos’un da onlarla uğraşmamasını söyleyeceğim.”

GÜZELLİĞİMİ SAVAŞ YÜZÜNDEN YİTİRDİM BEN!...

Bunun üzerine hemen söze giren dadı kadın; “Haklısın kızım. Ama onların yanına gitmeden bir yüzünü yıka. Gözlerin ağlamaktan şişmiş. Biraz allık sürün... Bu halinle oğlunu üzersin” dedi. Penelopeya da; “Ah sevgili dadım, beni sevdiğinden söylüyorsun bunları, biliyorum, ama benim güzelliğim ta yirmi yıl önce, hani kocam Odisseus, Troya’ya savaşa gittiği gün bitti. Olimposlu tanrılar güzelliğimi o gün geri aldılar! Ne diye gitti o ilençli savaşa kocam Odisseus? Barış içinde ne güzel yönetip gidiyordu ülkemizi. Halkımız da, biz de hepimiz gülüm balım geçinip gidiyorduk. Biliyorsun, ben kralım diye öyle tahtına kurum kurum kurulmazdı o. Tarlalarının bir kısmını kendi sürer, koyunlarını-keçilerini sık sık otlatmaya götürürdü... Zanaatçılarla, ozanlarla düşer kalkardı... Kendini bu dünyada herkes gibi bir emekçi sayardı. İnsanların kendi mutlulukları için kullanacakları tahtadan, demirden çeşit çeşit aygıtlar üretirdi. Sözde Baştanrı Zeus’un verdiği krallık değneğini, bir silah gibi kullanmadı hiç... Aklının yatmadığı şeyleri de hep es geçerdi... Hani Agamemnon denen o aç kral var ya, o ördü hepimizin başına bu kırımları! O alıp götürdü kocam savaşa. Akrabası güzel Helena’yı sözde Troyalı prens Pâris kaçırmış filan da, namusunu kirletmiş! Onun namusunu temizleyecekmiş o gencecik evlatlarımızın ölüleriyle!.. O baş şeytan bu martavalı bütün dünya halklarına yutturdu!.. Hani nerdeyse ben de inanacaktım ya... 

KOCAMI DA YOK ETTİ O SAVAŞ!

Neyse, ne güzel yaşayıp gidiyorduk o barış günlerinde... Bu konağımızın kapısı gece gündüz herkese açıktı. İsteyen istediği zaman gelir, derdini anlatacak birini bulurdu burada... O iğrenç savaş yok etti kocamı!.. Nice gençlerimiz de onunla birlikte kırılıp kırılıp gittiler... O yüzden ülkemiz de, namusumuz da şu avludaki arsızların yemliği, çöplüğü oldu...”

Daha fazla sürdüremedi sözlerini Penelopeya... Hıçkırıklara boğuldu birden. Dadısı onun acısını anlıyor, biraz konuşup ağlarsa içinin açılacağını düşünüyordu. Yaşlı dadı, kızı gibi sevdiği güzel Penelopeya’nın başını okşamaya başladı ağır ağır...
Tam o sırada da, kendini göstermeden tanrıça Atena geldi Peneloppeya’nın yanına...  Gözkapaklarının üstüne uyku döktü ağır ağır...

Ve Penelopeya’nın hıçkırıkları giderek azaldı; sonra da öylece, koltuğunun üstünde uyuyakaldı...

***

Bu hafta, Troyalıların yardımına koşan Anadolu halklarından Amazonların kraliçesi güzel Pentesileya’nın acı sonunu anımsayalım, dedim:

GÜZEL PENTESİLEYA 
Daha nice atlılar gelecekti 
Yardımına Troya kralının
Canlar canı halk dostu
Adı Priyamos’tu hani

Ama ne uğursuz savaştı bu
Kendi oğullarıyla bir
Sözde iki hasım ordu
Yunanlı Troyalı
Habire gençler kırılıyordu

Tanrı armağanı değildi gerçi
Elindeki egemenlik değneği 
Ama babasıydı  Troyalıların
Onu bütün halklar severdi 

Yardımına koştu o yüzden
Bütün Anadolu 
İlk gelenler at üstünde
O güzelim Amazon kızlarıydı 
Yazgının cilvesi işte
Daha ilk gün
Zıpkınıyla Ahilleus’un
Vurulup düştü toprağa 
Ve uzanıverdi upuzun 
Amazonlar kraliçesi
O güzel Pentesileya

Hemen koşup aldı onu
Kucağına
Ama o ne biçim bakıştı öyle
Utandı da utandı Ahilleus 
Tepeden tırnağa
Sanmayın ki o artık
Öldü yıllar sonraki savaşta 
Hani Paris’in
Topuğuna sapladığı okla 
Çoktan göçmüştü Ahilleus 
Hades’in ülkesine
Kucağındaki o güzel Pentesileya hani
Baktığı an gözlerine...
(Yaşar Atan)

Evrensel'i Takip Et