22 Mart 2015

İlençler yağdırdı bütün savaşlara

Yunanistanlı kral Odisseus, katıldığı Troya savaşından tam yirmi yıl sonra dönebildi yurduna... Tanrıça Atena’nın önerisi üzerine de,  kimliğini saklamak amacıyla yaşlı bir dilenci kılığına büründü. Karısı kraliçe Penelopeya’yla evlenmek için kendi sarayına çöreklenmiş damat adaylarının yanına gitti. Onların masalarını bir bir dolaşaraktan dilenmeye başladı.Kendisinin kral Odisseus olduğunu yalnızca yeniyetme oğlu Telemahos biliyordu...
Sarayın avlusunda halkın ve kral Odisseus’un birikimlerini arsızca yiyip içen damat adaylarındanAntinoos, çıkarttığı bir tartışma sonunda; “kendilerinin tanrılarca özel olarak, diğer insanların da kendilerine köle olmak için yaratıldıklarını” söyledi.

ODİSSEUS KARŞI ÇIKINCA...

Masa masa dolaşıp yiyecek dilenen kral Odiseus da bu söze karşı çıkınca Antinoos, bütün hışmıyla onun üstüne bir demir takoz fırlattı. Takoz, Odisseus’un omzuna zıpkın gibi saplandı. Birden havaya fırlayan Odisseus, duyduğu acıyı bütün gücüyle dişlerini sıkarak saklamaya çalıştı...
Ve bu olay kraliçe Penelopeya’nın da kulağına gitti... Kraliçe çok üzüldü. Tanımadığı dilencinin hemen yanına getirilmesini istedi yardımcılarından. Ne var ki yaşlı adam kılığındaki Odisseus; gündüz konuşurlarsa bunun azgın talipleri kışkırtacağını, o yüzden akşam konuşmak istediğini söyledi Penelopeya’nın habercisine. Kraliçe bu iletiyi alınca, dilencinin akıllı ve gün görmüş biri olduğunu anladı hemen...
Karanlık bastırınca, arsızca yiyip içtikleriyle zilzurna olmuş damat adayları odalarına çekildiler.

SİLAHLARI ÖYLECE DUVARA ASILI DURUYORDU...

Odisseus ve yeni yetme oğlu Telemahos da, sofaya çıktılar. Odisseus’un yıllar önceki silahlarının bir kısmı hâlâ duvarlarda asılıydı; bir kısmı da kıyıda köşede öylece sürünüyordu. Odisseus bu silahları görünce bir tuhaf oldu. Çünkü yirmi yılını alıp götüren Troya savaşları ve dönüş yolculuğu sırasında yaşadığı acı  serüvenlerden sonra, insanlardan değil, insanlığı öldüren silahlardan iğrenmeye başlamıştı. Artık savaşların egemen olmayacağı bir coğrafyada, herkes gülüm balım yaşayıp gidebilirdi. Bunun gerçekleşmesi için de bir avuç soyguncu egemenin saltanatına son vermek gerekiyordu. İşte kendisi kral olduğu halde ülkesi, bu aç gözlü soylularca sömürülüyordu. Bu da yetmemiş, canının bir parçası olan karısı Penelopeya’yı da, sömürülecek mal düzeyine indirgemişti bu arsızlar!.. Tam böyle düşüncelere dalıp gitmişken oğlu Telemahos,”Babacığım, dedi Odisseus’a, “Annemle görüşmeye gitmiyor musun?”
Düşünceli düşünceli,“Tabii gideceğim, güzel oğlum”diye yanıt verdi Odisseus. “Ama önce şu ortalıktaki silahları bu heriflerin görmeyeceği bir yere saklayalım... Yarın filan, ‘bu silahlara ne oldu‘ diye sana sorarlarsa, ‘yıllardır sofada dura dura is-pas tutmuşlar; o yüzden onları attırdım’ dersin.”Telamahos gülümsedi ve hemen silahları birer-ikişer toplayıp mahzene götürmeye başladı. O sırada tanrıça Atena da gizlice sofaya geldi. Duvarları, tavanı, tabanı ışıl ışıl aydınlatan  bir çıra tutuyordu elinde...

KARISI, İNSANLIĞINI YİTİRMEMİŞTİ...

Sofada yalnız başlarına iş yapan Odisseus ’u ve Telemahos’u, tanrıça Atena’nın çırağısı aydınlatıyordu göz kırpa kırpa... Bu arada hizmetli kadınlardan biri üst kata çıkarken Odisseus’u gördü ve onu kovmaya kalktı. Ne var ki konuşulanları duyan kraliçe Penelopeya, hemen sofaya geldi. Odisseus’u kovan yardımcı kadını uzun uzun azarladı.  Sonra ona eşlik eden çok sevdiği kahya kadın Eurinome’ye dönüp,“Hemen bir koltuk getir buraya, Eurinome” dedi.  “Üstüne de postlar ser. Yabancı konuğumuz oturup dinlensin. Ben de ona yapılan hakaretler için özür dileyeceğim. Sonra da kocam Odisseus konusunda bir şeyler biliyor mu, onu öğrenmeye çalışacağım!”.
Eurinome, üstüne postlar serdiği koltuğu götürüp kraliçesinin koltuğunun karşısına koydu. Yabancıyı da kolundan tutup koltuğa oturttu...

SAVAŞLARA İLENÇLER YAĞDIRDILAR...

Yaşlı ve dilenci kılığındaki Odisseus, karşısındaki karısı Penelopeya’nın dış görünüşünü gizli gizli inceliyor; aradan geçen yirmi yıl içinde oluşan değişiklikleri görmeye çalışıyordu... Ne var ki yılların ve yaşadığı onca acı olayların etkisiyle oluşan bazı bedensel yıpranmışlıklara  karşın, o güzelim insanseverliği bıraktığı gibi yerli yerindeydi taparcasına sevdiği Penelopeya’nın. Haksızlığa karşı dik duruşu da öyle,yerli yerindeydi... Hemen kalkıp ona sarılmak, uzun uzun ağlamak istedi. Çünkü hem ailesini, hem halkını bu hallere düşüren savaşa ilençler yağdırmak geçiyordu durmadan içinden. Ama bunu yapamazdı o anda.
“Kusura bakmayasın konuğum”diye söze başladı birden Penelopeya. “Avluda arsızca yiyip içen o rezil adamlar, sana karşı büyük bir terbiyesizlik etmişler. Bizim geleneğimizde konuk, her zaman başımızın tacıdır. Ben o arsız adamlar adına senden özür diliyorum... “
Penelopeya, karşısındaki yaşlı adama, içinden gürleyip gelen bir sevecenlikle baktıktan sonra, bütün Akdenizlilere özgü bir içtenlikle; “Sevgili konuğum” diye yeniden söze başladı. “Biliyorum yorgunsun. Belli ki çok gezmiş, çok yerler görmüşsün... Ama ilkin karnını doyurur, dinlenirsin. Daha sonra bana bir şeyler anlatırsın... “
Dilenci görünüşlü Odisseus, gözlerini yere doğru eğip birsüre öylece sessiz kaldı.
Bu arada Penelopeya, konuğunun doyurulup dinlendirilmesi için buyruklar vermeye başladı yardımcılarına...

Evrensel'i Takip Et